Konferans | Konferans | 21
(1-57)
        Evet kardeşlerimiz! Kuran-ı Hakîm, şems gibi kendi kendini gösteriyor; kendi kendini müdafaa ediyor. Mütekellim-i Ezelî, her asırda zamanın ihtiyacına göre Kur’anın eline bir elmas kılınç veriyor. O elmas kılınç vaki’ şübhe ve itirazları def’ ve tardederek Kur’an-ı Hakîm’e gelen şübehatı izale eder. İşte bu asırda da bu elmas kılınç, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, ihtiyarsız olarak inayet sevkiyle ehl-i küfrün âyât-ı Kur’aniye ve ehadîs-i Nebeviye ve evliyaullahın keşiflerinde gördükleri hakikatlere olan itirazlara cevab vermiştir. O derecede onların hakikatını izhar etmiştir ki, muterizlerin itiraz ettikleri aynı noktalarda, belâgatı ve i’caz lem’alarını isbat ediyor. Âyât-ı Kur’aniyenin, hattâ bazan bir harfinde veya bir sükûnunda i’caz-ı Kur’aniyeyi güneş gibi gösteriyor. Evet, Üstadımız Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinin başında demiş:
  
        “Elde Kur’an gibi bir mu’cize-i bâki varken, başka bürhan aramak aklıma zaid görünür.
        Elde Furkan gibi bir bürhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?”
        Kur’an-ı Hakîm ve ehadîs-i Nebeviyeden müteşabihat ve kinaiyat kısmının âtiyen zikredeceğimiz mana-yı hakikîlerinin beyanından başka; Risale-i Nur’un iman-ı billaha dair çok mühim bir risalesi olan “Âyet-ül Kübra” Risalesinin başında, binler ehl-i inkârın mesail-i imaniyede bir tek ehl-i iman kadar sözlerinin makbul olmadığını ve bir mes’elede bir tek ehl-i ihtisasın sözünün, o meslekte mütehassıs olmayan yüzler âlimin sözüne müreccah olduğunu ve iki ehl-i isbatın, binler nâfîlerden daha ziyade sözlerinin muteber olduğunu isbat ederek diyor ki:
        1- “Umumî mes’elelerde isbata karşı nefyin kıymeti yok ve kuvveti pek azdır. Meselâ: Ramazan-ı Şerifin başında hilâli görmek hususunda iki âmi şahid isbat etseler ve binler eşraf ve âlimler görmedik deyip nefyetseler, nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir. Aynen onun gibi; hakikat noktasında imana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zahiren çokluğunun kıymeti yoktur.”
  
        2- “Bir fennin veya bir san’atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri o mes’elede geçmez ve hükümleri hüccet olmaz ve o fennin icma-i ülemasına dâhil sayılmaz. Meselâ: Büyük bir mühendis, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhâssa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan uzaklaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.”
        Buna dair Risale-i Nur’dan “Hikmet-ül-İstiaze” Risalesinde şöyle denilmiştir:
        “Bir vesvese-i şeytaniyedir ki: Bir hakikat-ı imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister. Halbuki, kaide-i mukarreredir ki: Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor. Bir davada müsbit bir şahidin hükmü, yüzer nâfîlere racih olur. Bu hakikata bu temsil ile bak: Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Birtek kapı açılmasıyla o saraya girilebilir; öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapıları açık olsa, bir-iki tanesi kapansa, saraya girilemeyeceği söylenemez. İşte hakaik-i imaniye, o saraydır. Herbir delil, bir anahtardır; isbat ediyor, bir kapıyı açıyor. Birtek kapı açılırsa, sair kapıların anahtarları bulunmadığından veyahut gafletle kaybedildiğinden, o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez.”
  
Ses Yok