Konferans | Konferans | 23
(1-57)
        Bu nevi âyet ve hadîslerde mana-yı zahire bakılmaz. Mana-yı maksud doğru olsa, kelâm sadıktır.
        Meselâ: Elsine-i Arabda kesretle müstamel olan durub-u emsallerden كَثِيرُ الرَّمَادِ “külü çok” ve طَوِيلُ النَّجَادِ “kılıç bendi uzun” gibi darb-ı meseller, birincisi sehavete, ikincisi uzun boylu olmaya delalet etmekle; sehavetli ve boyu uzun olmak şartıyla zahiren külü ve kılıncı olmasa da, kelâm haktır ve sadıktır; tekzib edilemez. Risale-i Nur’un, hakkında Cennet’ten geldiğine dair hadîs olan dört nehre dair cevabını neşretmeden evvel, beşerin en beligi ve en fasihi ve مَا زَاغَ الْبَصَرُ ve تَنَامُ عَيْنِى وَلاَ يَنَامُ قَلْبِى hakikatlarına mazhar Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hadîs-i şerifleri hakkında Risale-i Nur’un “Zülfikar, Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’aniye” namında ehl-i ilme pek çok lâzım olan ve Peygamberimize ait üçyüzden fazla kat’î mu’cizat ile Kur’an’ın kırk vech-i i’cazını ve haşri isbat eden büyük bir mecmuanın “Mu’cizat-ı Ahmediye “ kısmında beyan edilen bir hususu dercedelim:
  
        Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder. Hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti vahye istinad eder. Vahiy, iki kısımdır:
        Biri, vahy-i sarihîdir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi...
        İkinci kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a aiddir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvire, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama veya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasvirat, ya vazife-i risalet noktasından ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder; veyahut örf, âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre beşeriyeti noktasından beyan eder. İşte her hadîste bütün tafsilâtına vahy-i mahz nazarıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler, mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir. O da kendi ferasetiyle ve teârüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevab geldi ki: “Yetmiş yaşına giren bir münafık ölüp Cehennem’e gitti. “ Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın belig bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi.
  
        Cennet’ten geldiği hadîs-i şerifte bildirilen dört nehre dair gelecek cevab ise, yine “Zülfikar
  
Ses Yok