Konferans | Konferans | 25
(1-57)
       Hem belâgatta vardır ki, bir kelâmda mana-yı zahirî ya gayet bedihî olmasından, malûmu i’lamın faydasız ve manasız olması cihetiyle veya mana muhal olmasından karinedir ki: Murad, mana-yı zahirî değildir, başka bir manadır.
        Meselâ: Sure-i Ankebut’ta
وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
âyet-i kerimesinde لَوْ -i farazî ile “En zaîf ev, örümceğin evi olduğunu -faraza- Kureyş müşrikleri bilse idiler.” diyor. En zaîf ev, örümceğin evi olduğu herkesçe malûm ve zahirdir. Öyle ise Kur’an-ı Hakîm, bu لَوْ -i farazî ile başka bir manaya delalet ediyor. İşte o mana da, Risale-i Nur’un keşfiyle, لَوْ -i farazînin iki cihetle mu’cize oluşudur:
  
        Birincisi: Bu âyet, Mekke’de nâzil olduğu cihetle, bir ihbar-ı gaybîdir. Gar-ı Hira’daki hâdiseyi haber veriyor.
        İkincisi: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ile küffarın tazyikından kurtulmak için tahassun ettikleri Gar-ı Hira’nın kapısında iki nöbetçi gibi, iki güvercinin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi hârika bir tarzda kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir ki; örümcek, zayıf ağı ile rüesa-i Kureyş’e galebe etmiştir. Âyet diyor ki: “En zaîf bir hayvana mağlub olacaklarını o müşrikler faraza bilseler, bu cinayete ve bu sû’-i kasda teşebbüs etmiyeceklerdi...”
        Daha fazla tafsilâtı Risale-i Nur’da Mu’cizat-ı Kur’aniyede bulacağınız gibi, ehadîs-i Nebeviye hakkında münafıkların ettikleri itirazların neden tevellüd ettiğini ve ehadîsin tabakalarını tam vuzuh ile Risale-i Nur Külliyatından büyük bir mecmua olan “Sözler Mecmuası”ndaki Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalı beyan ediyor.
        Hem meselâ: “Dünyanın, Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsa idi, kâfirler bir yudum suyu ondan içmiyecek idiler.” mealindeki
لَوْ وَزِنَتِ الدُّنْيَا عِنْدَ اللّهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا شَرِبَ الْكَافِرُ مِنْهَا جُرْعَةَ مَاءٍ
hadîs-i şerifin hakikatı şudur ki: عِنْدَ اللّهِ tabiri, âlem-i bekadan demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedîdir; yeryüzünü dolduran muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadı ile müvazene değil, belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i İlahîye ve bir ihsan-ı İlahîye müvazeneye gelmediği demektir. Hem dünyanın iki yüzü var, belki üç yüzü var:
  
        Biri: Cenab-ı Hakk’ın esmasının âyineleridir.
        Diğeri: Âhirete bakar, âhiret tarlasıdır.
        Diğeri: Fenaya, ademe bakar; bildiğimiz marzî-i İlahî olmayan ehl-i dalaletin dünyasıdır. Demek esma-i hüsnanın âyineleri ve mektubat-ı Samedaniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil, belki âhirete zıd ve bütün hatiatın menşei ve beliyyatın menbaı olan dünyaperestlerin dünyasının, âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir. İşte en doğru ve ciddî şu hakikat nerede? İnsafsız ehl-i ilhadın fehmettikleri mana nerede? O insafsız ehl-i ilhadın en mübalağa, en mücazefe zannettikleri mana nerede?
  
Ses Yok