Konferans | Konferans | 31
(1-57)
Evet Denizli hapsinde hakikat böyle tecelli etti. Oralarda açtığın mekteb-i ilm-i irfan ve medrese-i Hazret-i Kur’an’da, orada ve ondan intibaha gelen hapislerde bugün yüzlerce talebe okuyup tenevvür ve tekemmül etmekte ve hepsi de âlem-i insaniyet ve medeniyete yarar birer uzv-u nâfi’ hâlini almakta, kumarhaneler kapanıp nurhaneye dönmektedir. Asayiş ve inzibata ne büyük yardım…
Kalben ve ruhen terakki ve teâli ederek, indallah makbul ve memduh bir hale gelmiş, velayet derecesini ihraz ve iktisab etmiş olan sadık ve sâfi talebelerinden, uğradığın her memleketin kabristanına rahmetli ve mağfiretli birer şehid yatırmak ve başlarına bekçi dikmekle, Risale-i Nur’un zevk-i ruhanîsini onlara da tattırarak, ehl-i kuburun mezar ve merkadlerini pür-nur ve ruhlarını mesrur eyledin.
Senin Sözlerin esna-yı takrir ve tahririnde, kalemin kâğıt üzerinde gayr-ı ihtiyarî yürüyüp seri’ bir surette ve hiç müsveddesiz ve galatsız, hata ve noksansız yazması ve birkaç saat gibi kısa bir zamanda risale ve kitablar meydana gelmesi ve bazan tercümanın hastalık ve rahatsızlığına rastlamasına rağmen, tam ve doğru ve dürüst olarak nihayete ermesi, kat’î delildir ki; bir eser-i zekâ ve dirayet değil, belki Kur’anî bir hârika ve keramettir. Bu kadar sıkı ve saklı olduğun halde yine bir seyr-i seri’ ile her tarafa yayılıp yazılmaklığın, kadın ve erkek herkes tarafından telaş ve heyecanla bir panzehir ve bir tiryak gibi hüsn-ü kabule mazhariyetin ve sönsün diye üflenirken sönmeyip bilakis yanıp artan şiddetin, küfr-ü mutlaka ve zındıkaya karşı tek başına merdane ve şâhane heybet ve savletin ve nihayet neticede zafer ve galibiyetin, yalnız küre-i arzda değil, belki âlem-i melaikede dahi alkışlarla karşılandığı şübhesizdir.
Şimdiye kadar karanlıklarda kalan ve meçhullere karışan, fakat zihinleri tahrik ve tahriş etmekten hâlî kalmayan birçok muammaları nurunla aydınlatıp açıkladın ve bizi yollarda yorulup kalmaktan korudun ve kurtardın. Zeminin yedi sene bu dehşetli hengâmında, bu temiz milletin ve bu cennet gibi memleketin sapasağlam bir halde durması ve bütün İslâm diyarının da keza her taarruzdan masûn kalması da bir avn-i İlahî ve imdad-ı Ahmedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve bu nur-u Kur’anî ile olduğu şübhesizdir.
Bu vaziyet-i elîme ve zelile karşısında baştan başa yıkılıp harab olan Hristiyanlık âlemi acaba şimdi ne yapacak? Evet küfür ve ilhad ya batacak veyahut kendisini ehl-i İslâmın ufkunda doğup parlayan Kur’ana atacak değil mi?
Sen dergâh-ı ehadiyete ve bârigâh-ı mescid-i uluhiyete giden ve tâ zirve-i kemal olan
قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَى ya dayanan en kısa ve en kestirme ve en doğru yolu açıp gösterdin. Açtığın bu yeni ve yakın yolda, sırat-ı müstakim olan bu evliya ve asfiya caddesinde yol almağa çalışan hasta ve bîçare, ihtiyar, ma’lul ve masum, garib ve bîkes, dul ve yoksullar şimdi hep şifahane-i feyz-i hikmetinde muayene ve tedavi olup lâyık oldukları mevki ve hâmiyi bulurlar. Körlere göz, sağırlara kulak, dilsizlere dil veriyor. Dertlilere derman, imansızlara iman sunuyorsun. Kîl u kal ile mâlî ve hak ve hakikatten hâlî olan âsâr-ı muhtelifeyi tedkik ve mütalaa ede ede yorulup usanmış ve hâlâ aradığını bulamamış olan ve şimdi Hak’tan bir nur, bir huzur isteyen kimselere müjdeler verip Nur’a çağırıyorsun. Ben bütün bilgilerin kaynağı ve bütün fenlerin kaymağıyım. Ve her şeyin zübde ve hülâsası ve gönül şehrinin cilâsıyım diyorsun. Avrupa ve Amerika’nın en yüksek fen ve felsefe mekteblerinde yıllarca okuyup ikmal-i tahsil etmiş olan zekâlı ve akıllı fen ve felsefe mütehassıslarına hakikî ve istifadeli ders vererek, madde ve zerrelerin hakikat ve mahiyetlerini anlatıyor. Şuursuz ve idraksiz olan bu basit şeylerden zîhayat ve sahib-i idrak koskoca âlem ve dünyanın nasıl doğduğunu ve nasıl olduğunu gösterip onların idraksiz ve basiretsiz başlarına çarpıyor ve herbirini hayretlere düşürüyorsun. Ve bu hakikatları en ümmi ve âmi bir çocuk ve ihtiyar ve hiç mekteb ve medrese görmemiş talebelerine de kolayca bildiriyorsun.
Kalben ve ruhen terakki ve teâli ederek, indallah makbul ve memduh bir hale gelmiş, velayet derecesini ihraz ve iktisab etmiş olan sadık ve sâfi talebelerinden, uğradığın her memleketin kabristanına rahmetli ve mağfiretli birer şehid yatırmak ve başlarına bekçi dikmekle, Risale-i Nur’un zevk-i ruhanîsini onlara da tattırarak, ehl-i kuburun mezar ve merkadlerini pür-nur ve ruhlarını mesrur eyledin.
Senin Sözlerin esna-yı takrir ve tahririnde, kalemin kâğıt üzerinde gayr-ı ihtiyarî yürüyüp seri’ bir surette ve hiç müsveddesiz ve galatsız, hata ve noksansız yazması ve birkaç saat gibi kısa bir zamanda risale ve kitablar meydana gelmesi ve bazan tercümanın hastalık ve rahatsızlığına rastlamasına rağmen, tam ve doğru ve dürüst olarak nihayete ermesi, kat’î delildir ki; bir eser-i zekâ ve dirayet değil, belki Kur’anî bir hârika ve keramettir. Bu kadar sıkı ve saklı olduğun halde yine bir seyr-i seri’ ile her tarafa yayılıp yazılmaklığın, kadın ve erkek herkes tarafından telaş ve heyecanla bir panzehir ve bir tiryak gibi hüsn-ü kabule mazhariyetin ve sönsün diye üflenirken sönmeyip bilakis yanıp artan şiddetin, küfr-ü mutlaka ve zındıkaya karşı tek başına merdane ve şâhane heybet ve savletin ve nihayet neticede zafer ve galibiyetin, yalnız küre-i arzda değil, belki âlem-i melaikede dahi alkışlarla karşılandığı şübhesizdir.
Şimdiye kadar karanlıklarda kalan ve meçhullere karışan, fakat zihinleri tahrik ve tahriş etmekten hâlî kalmayan birçok muammaları nurunla aydınlatıp açıkladın ve bizi yollarda yorulup kalmaktan korudun ve kurtardın. Zeminin yedi sene bu dehşetli hengâmında, bu temiz milletin ve bu cennet gibi memleketin sapasağlam bir halde durması ve bütün İslâm diyarının da keza her taarruzdan masûn kalması da bir avn-i İlahî ve imdad-ı Ahmedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve bu nur-u Kur’anî ile olduğu şübhesizdir.
Bu vaziyet-i elîme ve zelile karşısında baştan başa yıkılıp harab olan Hristiyanlık âlemi acaba şimdi ne yapacak? Evet küfür ve ilhad ya batacak veyahut kendisini ehl-i İslâmın ufkunda doğup parlayan Kur’ana atacak değil mi?
Sen dergâh-ı ehadiyete ve bârigâh-ı mescid-i uluhiyete giden ve tâ zirve-i kemal olan
قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَى ya dayanan en kısa ve en kestirme ve en doğru yolu açıp gösterdin. Açtığın bu yeni ve yakın yolda, sırat-ı müstakim olan bu evliya ve asfiya caddesinde yol almağa çalışan hasta ve bîçare, ihtiyar, ma’lul ve masum, garib ve bîkes, dul ve yoksullar şimdi hep şifahane-i feyz-i hikmetinde muayene ve tedavi olup lâyık oldukları mevki ve hâmiyi bulurlar. Körlere göz, sağırlara kulak, dilsizlere dil veriyor. Dertlilere derman, imansızlara iman sunuyorsun. Kîl u kal ile mâlî ve hak ve hakikatten hâlî olan âsâr-ı muhtelifeyi tedkik ve mütalaa ede ede yorulup usanmış ve hâlâ aradığını bulamamış olan ve şimdi Hak’tan bir nur, bir huzur isteyen kimselere müjdeler verip Nur’a çağırıyorsun. Ben bütün bilgilerin kaynağı ve bütün fenlerin kaymağıyım. Ve her şeyin zübde ve hülâsası ve gönül şehrinin cilâsıyım diyorsun. Avrupa ve Amerika’nın en yüksek fen ve felsefe mekteblerinde yıllarca okuyup ikmal-i tahsil etmiş olan zekâlı ve akıllı fen ve felsefe mütehassıslarına hakikî ve istifadeli ders vererek, madde ve zerrelerin hakikat ve mahiyetlerini anlatıyor. Şuursuz ve idraksiz olan bu basit şeylerden zîhayat ve sahib-i idrak koskoca âlem ve dünyanın nasıl doğduğunu ve nasıl olduğunu gösterip onların idraksiz ve basiretsiz başlarına çarpıyor ve herbirini hayretlere düşürüyorsun. Ve bu hakikatları en ümmi ve âmi bir çocuk ve ihtiyar ve hiç mekteb ve medrese görmemiş talebelerine de kolayca bildiriyorsun.
Ses Yok