Konferans | Konferans | 29
(1-57)
Şimdi bir nida-yı nuranî ile hitab ederek: Artık ihtilaf yok, ittihad var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir. Canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz, dinleyiniz! Şimdi Nur devridir ve Nur hâkimdir. Zulmette boğulan şu asrı ve gelecek asırları, Kur’andan aldığım nurumla reyyan edeceğim diyor. Herkesi imana, her ferdi Allah’a çağırıyorsun.
Ey Nur-u Kur’an! Âhirzamanda bir kerre daha katmerleşerek ve sünbüllenerek, âfâk-ı cihanı Kur’anın hakikatıyla tenvir ve tezyin ediyorsun. Şimdiye kadar dünyanın yarısını ışıklandıran ey İslâmiyet güneşi! Bugün de bütün zemin sükkânını cehl ü dalalet ve şirk ü şekavetleri nur-u hidayet ve emn ü emniyet ve selâmete davet ediyorsun. Bu davetin sana kutlu olsun.
Denâet ve enaniyet ve şeytanet gayyasında boğulmak üzere çırpınan bedbahtlara ışıklar serp, nurlar ve sürurlar ver. Putlarını kendi elleriyle yapıp tapanlara, nursuz ve uğursuz dalalet deresinde batanlara, zâil ve fânileri gönlüne put yapanlara, nefs-i emmare ve heva ve hevesatıyla uğraşırken kurban düşenlere, hakikî hak yolunu açıp hedeflerini göster ve kurtar. Karanlık gecelerde uyumayıp ağlayan ve “Aman yâ Rabbî nur ver!” diye feryad eden, âşık ve sadıkların ızdırab ve imdadına koş. Onlara ümid ve teselli ve neş’e ve nur ver. Kör ve sağır, mağlub ve meftun olan ehl-i tabiat ve şirki medrese-i nur-u imana ve Hâlık-ı Arz ve Semavat olan Hazret-i Rahman-ı Rahîm’e çağır.
Evet lisan-ı nurunla, “Gel ey tabiatçı, ey felsefeci, o derin bataklıktan çık, gözünü aç, nuruma bak. Sana tabiat ve felsefenin hakikatını öğreteyim. İlim ve fenlerin asl u esası bendedir. Beni güzel okur, güzel dinlersen, bendeki nuranî merdivenle bir saraya erişir ve bir sultana kavuşursun. Asıl ilm-i a’zam ve esas fıkh-ı ekber bendedir. Sen tabiat ve felsefeyi benden öğren. Ulûm-u evvelîn ve âhirîn hep bendedir. Ben kimsenin malı ve kimsenin kali değilim ve hiçbir kitabdan alınmadım ve hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbanî ve Kur’anîyim, öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şaşaalı ve nuranîyim. Bir Hayy-ı Lâyemut’un eserinden fışkıran, lâyemut, san’atlı ve kerametli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Ben derdlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahman’ım. İnad ve ısrarını bırak, beni oku ve beni dinle. Karanlığa ve hiçliğe giden hesabsız ve hedefsiz yolundan seni kurtarıp koskocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım.” diye nida ediyorsun.
Âh! Sen ne mübarek ve nasıl bir eser-i ziba ve yektasın ki okuyanı ağlatıp, ağlayanı güldürüyor, ölüyü diriltip, eneden geçirip مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا ya getiriyorsun. Büyük bir aşk ve alâka ile kendini dinletip, gönülleri cezbelendiriyor ve ruhları vecde getiriyorsun. Sen çok feyizli, hikmetli ve rahmetli bir hak kitabısın. Sana hakikî talebe olanlar neden nefis ve mallarını derhal Allah’a satıyorlar?
Sana bir ayb ve naks isnad ve iftira edenler, gözleri kamaştırıcı nuruna bakmağa tâkat getiremeyen kör veya hasta gözlü alîl ve sefillerdir. Sana leke sürmek isteyen deli ve denîlerin cürüm ve cinayetle lekedar olduğu apaçık görülmektedir. Ehl-i fazl u kemal seni tam ve kâmil görür. Seni şaibe-i ayb ve kusurdan tenzih eder.
Ey Nur-u Kur’an! Âhirzamanda bir kerre daha katmerleşerek ve sünbüllenerek, âfâk-ı cihanı Kur’anın hakikatıyla tenvir ve tezyin ediyorsun. Şimdiye kadar dünyanın yarısını ışıklandıran ey İslâmiyet güneşi! Bugün de bütün zemin sükkânını cehl ü dalalet ve şirk ü şekavetleri nur-u hidayet ve emn ü emniyet ve selâmete davet ediyorsun. Bu davetin sana kutlu olsun.
Denâet ve enaniyet ve şeytanet gayyasında boğulmak üzere çırpınan bedbahtlara ışıklar serp, nurlar ve sürurlar ver. Putlarını kendi elleriyle yapıp tapanlara, nursuz ve uğursuz dalalet deresinde batanlara, zâil ve fânileri gönlüne put yapanlara, nefs-i emmare ve heva ve hevesatıyla uğraşırken kurban düşenlere, hakikî hak yolunu açıp hedeflerini göster ve kurtar. Karanlık gecelerde uyumayıp ağlayan ve “Aman yâ Rabbî nur ver!” diye feryad eden, âşık ve sadıkların ızdırab ve imdadına koş. Onlara ümid ve teselli ve neş’e ve nur ver. Kör ve sağır, mağlub ve meftun olan ehl-i tabiat ve şirki medrese-i nur-u imana ve Hâlık-ı Arz ve Semavat olan Hazret-i Rahman-ı Rahîm’e çağır.
Evet lisan-ı nurunla, “Gel ey tabiatçı, ey felsefeci, o derin bataklıktan çık, gözünü aç, nuruma bak. Sana tabiat ve felsefenin hakikatını öğreteyim. İlim ve fenlerin asl u esası bendedir. Beni güzel okur, güzel dinlersen, bendeki nuranî merdivenle bir saraya erişir ve bir sultana kavuşursun. Asıl ilm-i a’zam ve esas fıkh-ı ekber bendedir. Sen tabiat ve felsefeyi benden öğren. Ulûm-u evvelîn ve âhirîn hep bendedir. Ben kimsenin malı ve kimsenin kali değilim ve hiçbir kitabdan alınmadım ve hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbanî ve Kur’anîyim, öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şaşaalı ve nuranîyim. Bir Hayy-ı Lâyemut’un eserinden fışkıran, lâyemut, san’atlı ve kerametli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Ben derdlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahman’ım. İnad ve ısrarını bırak, beni oku ve beni dinle. Karanlığa ve hiçliğe giden hesabsız ve hedefsiz yolundan seni kurtarıp koskocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım.” diye nida ediyorsun.
Âh! Sen ne mübarek ve nasıl bir eser-i ziba ve yektasın ki okuyanı ağlatıp, ağlayanı güldürüyor, ölüyü diriltip, eneden geçirip مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا ya getiriyorsun. Büyük bir aşk ve alâka ile kendini dinletip, gönülleri cezbelendiriyor ve ruhları vecde getiriyorsun. Sen çok feyizli, hikmetli ve rahmetli bir hak kitabısın. Sana hakikî talebe olanlar neden nefis ve mallarını derhal Allah’a satıyorlar?
Sana bir ayb ve naks isnad ve iftira edenler, gözleri kamaştırıcı nuruna bakmağa tâkat getiremeyen kör veya hasta gözlü alîl ve sefillerdir. Sana leke sürmek isteyen deli ve denîlerin cürüm ve cinayetle lekedar olduğu apaçık görülmektedir. Ehl-i fazl u kemal seni tam ve kâmil görür. Seni şaibe-i ayb ve kusurdan tenzih eder.
Ses Yok