Tiryak | Tiryak | 1
(1-30)
TİRYAK
OTUZ BİRİNCİ SÖZ'ÜN BİR ZEYLİ
Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesinden bir parçadır.
Risâlet-i Ahmediye (A.S.M.) ile münasebettar olmasından buraya derc edilmiştir.
Risâlet-i Ahmediyeden (A.S.M.) bahs eden bu gelen On Dokuzuncu söz, gerçi derc edilen 17. ve 18. nci Sözlerden sonra ise de kudsiyetine binaen bunlardan mukaddem oldu.
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
Cümle tahiyyât, Ol Hâkim-i Ezel'e ve Hakîm-i Ezelîye ve Rahmân-ı Lemyezelî'ye elyaktır ki: Bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garrâ ile sırat-ı müstakîme hidayet etmiştir.
Öyle bir şeriat ki: Akıl ile nakil destbedest ittifak ederek ol şeriatın hakaikının hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.
Ve öyle hakaik ki: Kökleri hakikat-ı zeminde rüsuh ile beraber dal ve budakların kemalâtın göklerineyükselip, intişar etmiş. Ve öyle füruat ki: Meyveleri saâdet-i dâreyn olmuş. Hem bizi kur'an-ı Mu'ciz ile irşad eylemiş...
Bu kitab öyle bir kitap ki: Kaideleri ile hilkat-ı âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub olup cereyan eden kavânîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı âdilânesiyle nev'i beşerin nizamına ve muvazenesine ve terakkisine kefîl-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.
Salâvât-ı bînihaye, Ol Server-i kâinat ve Fahr-i Âleme hediyye olsun ki: Âleme, enva' ve evnâsiyle ONUN risaletine şehadet ve mu'cizelerine delâlet ve hazine-i gaybtan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Gûya âleme teşrifini herbir nev'î, kendi lisan-ı muhsusuyla alkışlıyorlar.
Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını yani tellerini intak edip, her bir tel başkabir lisan ile mu'cizatının nağamatını terennüm etmekle, o sadâ-yı şirîn bu kubbe-i âsumanda ilelebed tanîn-i endaz etmiştir.
Gûyâ âsuman, kendi mî'racının ve meleklerinin ve kamerinin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik.. ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanatının dilleriyle mu'cizelerine senâhân.. ve cevv-i fezayı, kendi bulutlarının ve cinnilerinin işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân.. olarak; Zamân-ı mâzi, enbiyalarıyle kütüb ve kâhinlerinin rumûz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sâdıkını göstererek müjdeci.. ve zamân-ı hal, yani ars-ı saâdet lisan-ı hâliyle tabiat-ı Arabdaki inkılab-ı azîmin ve o bedeviyet-i sırfdan medeniyyet-i mahzâ-nın def'aten tevellüdünü şâhid göstererek nübüvvetini isbat.. ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünûnunun etvar-ı müdakkikanesiyle anın
mevkib-i ikbâlini istikbal.. ve lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür;
Ve nev'-i beşer kendi muhakkikleriyle bahusus o muhakkiklerin hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselem'ın (A.S.M.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân ve Zât-ı Zülcelâl kendi kur'anın lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin (A.S.M.) ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve etmektedirler.
Beytte Yâni: Bütün dünya arslanlarının bağlandığı bir zinciri. Hiç mümkün müdür ki, tilki, hile edip koparabilsin.
Öyle bir şeriat ki: Akıl ile nakil destbedest ittifak ederek ol şeriatın hakaikının hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.
Ve öyle hakaik ki: Kökleri hakikat-ı zeminde rüsuh ile beraber dal ve budakların kemalâtın göklerineyükselip, intişar etmiş. Ve öyle füruat ki: Meyveleri saâdet-i dâreyn olmuş. Hem bizi kur'an-ı Mu'ciz ile irşad eylemiş...
Bu kitab öyle bir kitap ki: Kaideleri ile hilkat-ı âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub olup cereyan eden kavânîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı âdilânesiyle nev'i beşerin nizamına ve muvazenesine ve terakkisine kefîl-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.
Salâvât-ı bînihaye, Ol Server-i kâinat ve Fahr-i Âleme hediyye olsun ki: Âleme, enva' ve evnâsiyle ONUN risaletine şehadet ve mu'cizelerine delâlet ve hazine-i gaybtan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Gûya âleme teşrifini herbir nev'î, kendi lisan-ı muhsusuyla alkışlıyorlar.
Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını yani tellerini intak edip, her bir tel başkabir lisan ile mu'cizatının nağamatını terennüm etmekle, o sadâ-yı şirîn bu kubbe-i âsumanda ilelebed tanîn-i endaz etmiştir.
Gûyâ âsuman, kendi mî'racının ve meleklerinin ve kamerinin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik.. ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanatının dilleriyle mu'cizelerine senâhân.. ve cevv-i fezayı, kendi bulutlarının ve cinnilerinin işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân.. olarak; Zamân-ı mâzi, enbiyalarıyle kütüb ve kâhinlerinin rumûz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sâdıkını göstererek müjdeci.. ve zamân-ı hal, yani ars-ı saâdet lisan-ı hâliyle tabiat-ı Arabdaki inkılab-ı azîmin ve o bedeviyet-i sırfdan medeniyyet-i mahzâ-nın def'aten tevellüdünü şâhid göstererek nübüvvetini isbat.. ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünûnunun etvar-ı müdakkikanesiyle anın
mevkib-i ikbâlini istikbal.. ve lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür;
Ve nev'-i beşer kendi muhakkikleriyle bahusus o muhakkiklerin hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselem'ın (A.S.M.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân ve Zât-ı Zülcelâl kendi kur'anın lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin (A.S.M.) ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve etmektedirler.
Beytte Yâni: Bütün dünya arslanlarının bağlandığı bir zinciri. Hiç mümkün müdür ki, tilki, hile edip koparabilsin.
Ses Yok