Tiryak | Tiryak | 3
(1-30)
ÜÇÜNCÜ REŞHA:Eğer istersen gel... Asr-ı Saadet'e, Ceziretül- Arab'a gideriz. Hayâlen olsun Onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak:
Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki: Elinde mu'ciznümâ bir kitap lisanında hakaikâşina bir hitap, bütün benî- âdeme belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün
mevcûdata karşı bir hutbe-i ezeliyyeyi tebliğ ediyor, Sırr-ı hilkat-ı âlem olan muamma-i acîbânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfederek bütün mevcûdattan sorulan, ve bütün ukulü hayretler içinde meşgul eden üç müşkil ve müthiş sual-i azîm olan: "Necisin?" Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevap verir...
DÖRDÜNCÜ REŞHA: Bak! Öyle bir ziyayı hakikat neşreder ki: Eğer Onun o nuranî daire-i hakikat-ı irşadından hariç bir surette kâinata baksan; elbette kâinatın şeklini bir matemhâne-i umumî hükmünde ve mevcûdatı birbirine ecnebi, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevil-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlıyan yetimler hükmünde görürsün. Şimdi bak: Onun neşrettiği nur ile o matemhane-i umumi şekvk ve cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebi, düşman mevcûdât birer dost ve
kardeş şekline girdi, O câmidât-ı meyyite-i sâmite ; birer mûnis me'mur birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı ve o ağlayıcı, şekva edici kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi...
BEŞİNCİ REŞHA: Hem o nur ile; Kâinattaki harekâtı, tenevvüatı, tebeddülâtı, tağayyürâtı; mânasızlıktan ve abesiyyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer Mektubat-ı Rabbâniyye, birer sahife-i âyât-ı tekvîniyye , birer merâyâ-yı Esmâ-i İlâhiyye ve âlem dahi, bir kitab-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar. Hem, insanı bütün hayvânatın mâdûnuna düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı; O nur ile nurlandığı vakit insan bütün hayvanat ve bütün mahlukat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, ve fakr ve akıl ile niyaz ile nâzenin bir sultan; ve fizar ile nazdar bir halife-i
zemin olur, Demek O nur olmazsa, kâinat da, insan da hattâ herşey dahi hiçe iner. Evvet, elbette böyle bedî' bir kâinatta, böyle bir Zât lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.
ALTINCI REŞHA: İşte o Zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi ve rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u Esmâ-i ilâhiyyenin keşşâfı göstericisi olduğundan; böyle baksan -yâni ubûdiyyeti cihetiyle- Onu, bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyyet, en nûranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan, -yâni Risaleti cihetiyle- bir bürhan-ı Hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. İşte bak: Nasıl berk-i hâtıf gibi, onun nuru, şarktan garbı tuttu ve nısf-ı arz ve hums-u beşer onun hediye-i hidayetini kabûl edip, hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki: Böyle bir Zâtın bütün dâva-
larının esası olan لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ bütün meratibiyle beraber kabul etmesin...
YEDİNCİ REŞHA: İşte bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âlame muallim ve medeni ümeme üstad eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbûb-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfûs, sultan-ı ervah oldu...
SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki: Sigara gibi, küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Halbuki bak! O zât, büyük ve çok âdetleri; hem inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle küçük bir himmetle az bir zamanda
ref'edip yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sâbit olarak vaz' ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icraatı yapıyor. İşte, şu Asr-ı saadeti görmiyenlere Ceziretül-Arab'ı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. O Zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
DOKUZUNCU REŞHA: Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle küçük bir cemaatte, küçük bir mes'elede, münazaralı bir dâvada hicabsız, pervasız; küçük , fakat hacaletâver bir yalanı; düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaş göstermeden söyliyemez.
Şimdi bak bu zâta; pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husûmet karşısında pek büyük mes'elelerde, pek
büyük dâvada pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüt, bilâ-hicab, telâşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür?
Evet, hak aldatmaz, hakikâtbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir; hakikatbînin gözüne hayâlin ne haddi var ki, hakikat görünsün.. aldatsın...
Ses Yok