Tiryak | Tiryak | 4
(1-30)
ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesaili ispat eder.
Bilirsin ki: En ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: "Yarı ömrünü yarı malını versen; Kamer'den ve Müşteri'den biri gelir, Kamer'de ve Müşteri'de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek.
Hem, doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek." Merakın varsa vereceksin. Halbuki şu Zât, öyle bir Sultân'ın ahbârını söylüyor ki: Memleketinde Kamer bir sinek gibi, bir pervâne etrafında döner. O arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında pervaz eder ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultan'ın binler menzillerinden bir misâfirhanesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır.
Hem öyle acaib bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki: Binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak! Onun lisanında:
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ اَلْقَارِعَةُ
gibi sûreleri işit...
Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki; Bütün
saadet-i dünyeviyye, ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nisbeti gibidir.
ONBİRİNCİ REŞHA: Böyle acib ve muamma-âlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyyesi altında elbette ve elbette böyle acâib bizi bekliyor. Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu'ciznuma bir Zât lâzımdır.
Hem, bu Zâtın gidişatından görünüyor ki: O, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.
Hem, "Bizi ni'metleriyle perverde eden şu Semâvat va Arzın İlâhı, bizden ne istiyor, marziyyatı nedir? pek sağlam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok merakâver, lüzumlu hakaikı ders veren bu Zâta karşı, herşey'i bırakıp O'na koşmak O'nu dinlemek lazım gelirken; ekser insanlara ne olmuş ki: Sağır olup kör olmuşlar, belki divâne olmuşlar ki; bu hakkı görmüyorlar. Bu hakikatı işitmiyorlar.. anlamıyorlar!.
ONİKİNCİ REŞHA: İşte şu Zât, şu mevcûdat Hâlikının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-ı nâtık, bir delil-i sâdık olduğu gibi; Haşrin ve saadet-i ebediyyenin dahi bir bürhan-ı katıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasılki o Zât; hidayetiyle saadet-i ebediyyenin sebeb-i husûlü ve vesile-i vusûlüdür. Öyle de; duasiyle, niyaziyle o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i îcadıdır. Haşir mes'elesinde geçen şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz:
İşte bak: O Zât öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki: Güya şu cezire, belki Arz, Onun azametli namaziyle namaz kılar, niyaz eder.
Bak, hem öyle bir cemaat-ı uzmâda niyaz ediyor ki: Güya beni-Âdemin zamân-ı Âdem'den asrımıza ve kıyâmete kadar, bütün nûranî kâmil insanlar, Ona ittiba ile iktida edip,. duâsına "âmin" diyorlar.
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki: Değil ehl-i arz belki
ehl-i semâvat, belki bütün mevcûdat niyazına: "Evet Yâ Rabbenâ ver. Biz dahi istiyoruz" deyip iştirâk ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyel hazinâne öyle mahbûbâne, öyle müştâkâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirâk ettiriyor.
Bak! Hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki: İnsanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı; esfel-i sâfilîne, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan âlâ-yı illiyyîne , yâni kıymete, bekaya, ulvi vazifeye çıkarıyor.
Bak!. Hem öyle yüksek bir fizar-ı istimdatkârâne ile ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki: Güya bütün mevcûdata ve Semâvâta ve Arşa işittirip vecde getirip, duasına: "Âmîn Allahümme âmîn" dedirtiyor.
Bak!. Hem öyle Semi', Kerîm bir Kadir'den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm' den hâcetini istiyor ki: Bilmüşahede en hafi bir zîhayatın, en hafî bir hâcetini
bir niyazını görür, işitir, kabul eder. merhamet eder. Çünki: İstediğini, velev lisan-ı hal ile olsun verir ve öyle bir suret-i Hakîmâne, Basîrâne ve Rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz: Bu terbiye ve tedbir öyle bir Semi' ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîm'e hastır.
Ses Yok