28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 8
(1-20)
TENBİH İki küçük hikaye Birincisi: Bundan on beş sene evvel Rusya'nın şimâlinde esir olduğum zaman doksan esir zabitlerimizle beraber büyük bir fabrika koğuşunda bulunuyorduk. Sıkıntı ve ruh darlığından çok münakaşalar, gürültüler oluyordu. Umumun bana karşı ziyade hürmetleri olduğundan teskin ediyordum. Sonra, sükûneti muhafaza için dört beş zabiti tâyin ettim. Ve dedim; hangi köşede bir gürültü işittiniz hemen yetişiniz Hangi taraf haksız ise ona yardım ediniz, Hakikaten bu tedbir ile gürültünün önü alındı. Benden soruldu: Ne için haksıza yardım ediniz. diyorsun?" Cevaben, o zaman değiştim ki: "Haksız insafsızdır. Bir dirhem menfaatını kırk dirhem istirahat-ı umumiye için bırakmaz. Haklı adam ise insaflı olur. Bir dirhem hakkını, sükûnet-i umumiyedeki kırk dirhem arkadaşının menfaatına fedâ eder., bırakır. Gürültü kalkar sükûnet iade edilir. Bu koğuştaki doksan zât istirâhat eder. Eğer haklıya muâvenet edilse, gürültü daha ziyadeleşecek. Bu nev'i hayat-ı içtimaiyede menfaat-ı umumiyenin ehemmiyeti nazara alınır." İşte ey kardeşlerim! Bu hayatın, bu içtima'mızda "Bu Kardeşim bana haksızlık etti" diye "küstüm" demeyiniz. Bu pek hatâdır. O arakadaşın sana bir dirhem zarar vermiş ise, sen küsmekle kırk dirhem bizlere zarar veriyorsun. Belki kırk lira Risale-i Nur'a zarar vermek muhtemeldir. Fakat lilâhilhamd pek haklı ve kuvvetli müdâfaatımız, arkadaşların mükerrer isticvâba gitmelerinin önünü aldığından, fesâdın önü alındı. Yoksa, birbirinden küsmüş kardeşler, bir sinek kanadı kadar küçük bir çöpün göze girmesi gibi veyahut bir kıvılcımın baruta düşmesi gibi, az bir garazla büyük bir zarar verebilirdi. *** İkinci hikâye: Bir vakit ihtiyar bir kadının sekiz oğlu varmış. Herbirisine mevcud sekiz ekmekten birer ekmek verdi, kendine kalmadı. Sonra, herbirisi ekmeğinin yarısını ona verdi. Onun ekmeği dört oldu; ötekiler yarıya indi. Kardeşlerim, ben de kırkınızın herbirinin musîbet hissesinin mânevî eleminin yarısını kendimde hissediyorum. Kendi şahsıma âit eleme, aldırmıyorum. Bir gün fazla muztar bulundum, "acaba hatamın cezâsı mıdır çekiyorum" diye geçmiş hâleti tetkik ettim. Gördüm ki, bu musibeti kaynatmaya ve tahrik etmeye hiçbir cihette müdahelem olmadığını ve bilâkis kaçmak için mümkün tedbirleri istimâl ediyordum. Demek, bu bir kazâyı İlâhîdir. Ve bil-iltizam bir seneden beri müfsitlerin tarafından aleyhimize ihzâr ediliyordu. Kaçınmak kabil değildi. Alâküllihâl başımıza geçirecek idiler . Cenâb-ı Hakka yüz bin şükür ki, musibeti yüzden bire indirdi. İşte bu hakikata binaen "Senin yüzünden bu belâyı çektik" diye minnet etmeyiniz. Belki beni helâl ediniz. Ve bana dua ediniz. Hem birbirinizi tenkit etmeyiniz. Demeyiniz ki: "Sen böyle yapmasaydın, böyle olmayacaktı." Meselâ, bir kardeşimiz iki üç imza sahibini söylemesiyle müfsidlerin pek çok zâtlârı belâya atmak için düşündükleri plânı küçültüp, çoklarını kurtarmış. Değil zarar, belki büyük menfaat olmuş. Çok mâsumların bu belâdan kurtulmasına bir vesile oldu.
Said Nursi

Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve "Haysiyetime dokundu" demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhebbete ve samimiyete fedâ ederim. Said Nursi
Bu parça çok kıymetlidir. Tâ ikinci Nükteye kadar herkese faydası var. Eskişehir Hapishanesinde, sû-i ahlâktan değil, belki sıkıntıdan gelen nâhoş bazı haller münâsebetiyle, ahlâka dâir bir nükte ile, meşhur bir âyetin mestur kalmış bir nüktesine dâirdir.
BİRİNCİ NÜKTE Cenâb-ı Hak Kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adâletinden, iyilik içinde muaccel bir mükafat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücâzat derc etmiştir. Hasenâtın içinde, âhiretin sevabını andıracak mânevi lezzetler, seyyiâtın içinde, âhiretin azâbını ihsâs edecek mânevi cezâlar derc etmiştir. Mesela, müminler mabeyninde muhabbet ehl-i iman için güzel bir hasenedir. O hasene içinde ahiretin maddi sevabını andıracak manevi bir lezzet, bir zevk bir inşirah-ı kalp derc edilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder. Meselâ mü'minler mâbeyninde husûmet ve adâvet bir seyyiedir.
O seyyie içinde, kalb ve rûhu sıkıntılarla boğacak bir azâb-ı vicdaniyi âlicenap ruhlara hissettirir. Ben kendim belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki, bir mü'min kardeşe adâvetim vaktinde, o adâvetten öyle bir azap çekiyordum; şüphe bırakmıyordu ki, bu seyyieme muaccel bir cezâdır, çektiriliyor. Mesela hürmete lâyık zâtlara hürmet ve merhamete lâyık olanlara merhamet ve hizmet, bir hasenedir, bir iyiliktir. Bu iyilikte sevab-ı uhreviyi ihsâs eder derecede öyle bir zevk, lezzet vardır ki, hayatını fedâ etmek derecesine o hürmeti, o merhameti ileri getirir. Validenin çocuğa merhametindeki şefkat vasıtasıyla kazandığı zevk ve mükafat için hayatını o merhamet yolunda fedâ etmek dereceye gider. Yavrusunu kurtarmak için arslana saldıran bir tavuk, hayvânât milletinde bu hakikate bir misaldir. Demek, merhamet ve hürmette muaccel bir mükâfat var; âlihimmet ve âlicenap insanlar onları hisseder ki, kahramanâne bir vaziyet alıyorlar. Hem meselâ, hırs ve israfta öyle bir cezâ var ki, şekvâlı, meraklı, mânevi ve kalbî bir cezâ insanı sersem eder. Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset haset edeni yakar. Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükafat var ki, o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcâtın belâsını ve elemini izâle eder. Hem,meselâ gurur ve kibirde öyle ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker. Evet, hürmet verilir, istenilmez. Hem, meselâ tevâzuda ve terk-i enâniyette öyle lezzetli bir mükafat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır. Hem, meselâ, sûizan ve sû-i te'vilde , bu dünyada muaccel bir cezâ var. "Men dakka dukka" kaidesiyle, sûizan eden, sûizanna mâruz olur. Mü'min kardeşinin harekâtını su-i tevil edenlerin harekatı yakın bir zamanda sû-i te'vile uğrar, cezâsını çeker. Ve hâkezâ, bütün ahlâk-ı hasene ve seyyie bu mikyasa göre ölçülmeli . Ben rahmet-i İlâhiyeden ümid ederim ki, Risale-i Nur'dan bu zamanda tezâhür eden mânevi i'câz-ı Kur'ânîyi zevk eden zâtlar, bu mânevi ezvâkı hissederler; sû-i ahlâka mübtela olmayacaklar, inşaallah Said Nursi. 
Bazı kısımları buraya derc edilen bu risalenin tamamı teksir Lem'alar mecmuasında neşredilmiştir.
Ses Yok