28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 7
(1-20)
BİR DÜSTUR Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur'un dairesi hâricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa Risale-i Nur'un penceresinden ışık veren mânevi güneşe bedel bir lambayı bulur, belki güneşi kaybeder. Hem Risale-i Nur'un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve sahâbenin sırr-ı veraset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren "meşreb-i hillet ve meslek-i uhuvvet" ise, hâriç dâirelerde o pedere ve o mürşşide üç cihetle zarar vermek suretişyle, bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; birtek peder yerine pek çok ağabey buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddit şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. Dâireye girmeden evvel bulduğu şeyhi , her fert o şeyhini mürşidini, dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat şeyhi olmayan, dâireye girdikten sonra, ancak dâire içinde mürşid arayabilir. Hem Risaletü'n-Nur'un velayet'i Kübra olan sırr-ı verâset-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki ilm-i hakikat dahi dâire hâricindeki tarikatlere ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikatı yanlışş anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nur ve zevklere müptelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevi ve hevesi zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola... Bu dünya dârü'l-hizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret ölçülür-darü'l-mükafat değil. Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerâmetlerdeki ezvâk ve envâra ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazan kaçıyorlar, setrini istiyorlar. Hem Risale-i Nur'un dâiresi çok geniştir; şâkirtleri pek çoktur. Hârice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez, belki daha içine almaz. Her insanda bir kalp var. Bir kalp ise, hem dairede, hem hâriçte olamaz. Hem hâriçteki irşâda hevesli zâtlar, Risale-i Nur'un şâkirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takvâ dâiresindeki talebeler irşâda muhtaç olmadıkları gibi, hâriçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak işrşad değildir. Eğer bu şşakirtleri severse, evvelâ dâire içine girsin, o şâkirtlere peder değil, belki kardeş olsun-fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun. Hem bu hâdisede göründü ki, Risale-i Nur'a intisâbın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslâm nâmına dinsizliğe karşı mücâhede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleği terk edip başka mesleklere giremez.
Said
ESKİŞEHİR HAPİSHANESİNDE YAZILMIŞ BİR PARÇA
Kardeşlerim! Müteaaddid defa Risale-i Nur'un şakirtlerini lâyık oldukları tarzda müdafaa etmiştim. İnşaallah mahkemede bağırarak derim. Hem Risale-i Nur'u hem şâkirtlerinin kıymetlerini dünyaya işittireceğim. Yalnız size bunu ihtâr ederim ki: "Bu müdafaamdaki kıymeti muhafaza etmenin şartı, bu hâdisedeki ağız yanmasıyla Risale-i Nur'dan küsmemek ve üstadından darılmamak ve kardeşşlerinden - sıkıntıdan gelen bahanelerle- nefret etmemek ve birbirine kusur bulmamak ve isnat etmemektir." Yalnız tahattur edersiniz ki, Risale-i Kader'de ispat etmişiz ki: "Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır. Biri insanın, biri kader-i İlâhi'nin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, âdâlet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade , kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını düşünmeliyiz." Evet kader, Risale-i nur talebelerini bu meclise çağırdı. Ve mücâhede-i mâneviye inkişâf etmesinin hikmeti; onları, bu hakikaten çok sıkıntılı olan medrese-i Yusufiyeye sevk etti. İnsan zulmü ve bahanesi bir vesile oldu. Onun için sakınınız; bir birinize; "Böyle yapmasaydım ben tevkif olmazdım" demeyiniz. Said Nursi Kardeşlerim, Kalbime ithâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevi-i Şerif, şems-i Kur'ân'dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatın aynası olmuş kutsi bir şerafet almış; Mevlevilerden başka daha çok ehl-i kalbin Lâyemut bir Mürşidi olmuş. Öyle de, Risale-i Nur şems-i Kur'âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb'ayı ve o güneşteki renk renk çeşit çeşit yedi nûru birden aynasında temessül ettirdiğinden-inşâallah-yedi cihetle şerif ve kudsi ve yedi Mesnevi kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak. Kardeşlerim, Maatteessüf başımıza gelen şefkat tokatını, iki üç gündür, kat'i bir kanaatla anladım. Hâttâ, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işâratından bir işareti bize bakıyor gibi fehmettim O da şudur: yâni: "Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık." Evet, en âhirde sırr-ı ihlasâ dair bir risale bize yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hadiselere, musibetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstür-u kudsi idi. Fakat maatteessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevi ile amel edemedik. Bu âyetin mânâ-yı işârisiyle: a ˆ¤ã bç¢á¤ cifri tarihiyle bin üç yüz elli iki eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokatına giriftâr olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokata mâruz olan kardeşlerimize medar-ı teselli ve kendilerine medâr-ı sevab ve istifade olmak için bu musibetin içine alındı. Evet, ihtilâttan men olunduğum için üç aydan beri yeniden üç gündür ben, kardeşlerimin dâhili ahvaline de muttali oldum. Hiç hatır ve hayalime gelmez en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlâsa münâfi hareket vukûa gelmişti. Ondan anladım ki: Ïâyetinin uzaktan uzağa bir mânâ-yı işârisi bize de bakıyor. Ehl-i dalâlet için nâzil olan bu âyet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfus ve keffaretü'z zünûb ve tezyid-i derecat için şefkat tokatıdır. Biz elimizdeki kıymettar nimet-i İlâhiyeyi tam takdir etmediğimizden, tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsi bir mücâhede-i mâneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velayet-î kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'âniyemize kanaat etmeyip, menfaatı şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa, hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesânüdüyle bin yüz on birden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenâfür-ü kulûba uğrayacaktı. Gülistan sahibi Şeyh Sa'di-i Şirâzî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyri sülûk ile meşğul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terkedip, bu medreseye geldin, dedim. O da dedi ki: Orada herkes kendi nefsini-eğer muvaffak olursa-kurtarabilir. Burada ise bu âli-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvvü cenâb, uluvvü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim." Şeyh Sa'dî bu vâkıayı, kısaca hülâsasını Gülistan'ında yazmıştır. Acaba talebelerin gibi sarf ve nahvin küçücük meseleleri tekkelerdeki virdlere râcih gelirse, Risale-i Nur'un: a¨ß ä¤o¢ deki hakaik-ı kudsiye-i imâniyeyi en kat'î ve vâzıh bir sûrette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feyesofları susturup ders verirken. Onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanâat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur'dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokatına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor. Said Nursi
Said
ESKİŞEHİR HAPİSHANESİNDE YAZILMIŞ BİR PARÇA
Kardeşlerim! Müteaaddid defa Risale-i Nur'un şakirtlerini lâyık oldukları tarzda müdafaa etmiştim. İnşaallah mahkemede bağırarak derim. Hem Risale-i Nur'u hem şâkirtlerinin kıymetlerini dünyaya işittireceğim. Yalnız size bunu ihtâr ederim ki: "Bu müdafaamdaki kıymeti muhafaza etmenin şartı, bu hâdisedeki ağız yanmasıyla Risale-i Nur'dan küsmemek ve üstadından darılmamak ve kardeşşlerinden - sıkıntıdan gelen bahanelerle- nefret etmemek ve birbirine kusur bulmamak ve isnat etmemektir." Yalnız tahattur edersiniz ki, Risale-i Kader'de ispat etmişiz ki: "Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır. Biri insanın, biri kader-i İlâhi'nin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, âdâlet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade , kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını düşünmeliyiz." Evet kader, Risale-i nur talebelerini bu meclise çağırdı. Ve mücâhede-i mâneviye inkişâf etmesinin hikmeti; onları, bu hakikaten çok sıkıntılı olan medrese-i Yusufiyeye sevk etti. İnsan zulmü ve bahanesi bir vesile oldu. Onun için sakınınız; bir birinize; "Böyle yapmasaydım ben tevkif olmazdım" demeyiniz. Said Nursi Kardeşlerim, Kalbime ithâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevi-i Şerif, şems-i Kur'ân'dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatın aynası olmuş kutsi bir şerafet almış; Mevlevilerden başka daha çok ehl-i kalbin Lâyemut bir Mürşidi olmuş. Öyle de, Risale-i Nur şems-i Kur'âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb'ayı ve o güneşteki renk renk çeşit çeşit yedi nûru birden aynasında temessül ettirdiğinden-inşâallah-yedi cihetle şerif ve kudsi ve yedi Mesnevi kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak. Kardeşlerim, Maatteessüf başımıza gelen şefkat tokatını, iki üç gündür, kat'i bir kanaatla anladım. Hâttâ, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işâratından bir işareti bize bakıyor gibi fehmettim O da şudur: yâni: "Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık." Evet, en âhirde sırr-ı ihlasâ dair bir risale bize yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hadiselere, musibetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstür-u kudsi idi. Fakat maatteessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevi ile amel edemedik. Bu âyetin mânâ-yı işârisiyle: a ˆ¤ã bç¢á¤ cifri tarihiyle bin üç yüz elli iki eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokatına giriftâr olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokata mâruz olan kardeşlerimize medar-ı teselli ve kendilerine medâr-ı sevab ve istifade olmak için bu musibetin içine alındı. Evet, ihtilâttan men olunduğum için üç aydan beri yeniden üç gündür ben, kardeşlerimin dâhili ahvaline de muttali oldum. Hiç hatır ve hayalime gelmez en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlâsa münâfi hareket vukûa gelmişti. Ondan anladım ki: Ïâyetinin uzaktan uzağa bir mânâ-yı işârisi bize de bakıyor. Ehl-i dalâlet için nâzil olan bu âyet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfus ve keffaretü'z zünûb ve tezyid-i derecat için şefkat tokatıdır. Biz elimizdeki kıymettar nimet-i İlâhiyeyi tam takdir etmediğimizden, tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsi bir mücâhede-i mâneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velayet-î kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'âniyemize kanaat etmeyip, menfaatı şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa, hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesânüdüyle bin yüz on birden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenâfür-ü kulûba uğrayacaktı. Gülistan sahibi Şeyh Sa'di-i Şirâzî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyri sülûk ile meşğul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terkedip, bu medreseye geldin, dedim. O da dedi ki: Orada herkes kendi nefsini-eğer muvaffak olursa-kurtarabilir. Burada ise bu âli-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvvü cenâb, uluvvü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim." Şeyh Sa'dî bu vâkıayı, kısaca hülâsasını Gülistan'ında yazmıştır. Acaba talebelerin gibi sarf ve nahvin küçücük meseleleri tekkelerdeki virdlere râcih gelirse, Risale-i Nur'un: a¨ß ä¤o¢ deki hakaik-ı kudsiye-i imâniyeyi en kat'î ve vâzıh bir sûrette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feyesofları susturup ders verirken. Onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanâat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur'dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokatına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor. Said Nursi
Ses Yok