28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 5
(1-20)
DÖRDÜNCÜ KELİME: Mâlûmdur ki, umulmadık birşeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususen cevv-i semâ ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvâri sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor. Hususen Dağ cesâmetinde bir fonağrafın nağamatı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celbeder. Hususen semâvât tabakalarını plâklar ittihâz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden sadâ-yı semâvî-i Kur'âniyi , radyo kuvvetiyle, zerrât-ı havaiye o hurûfata ahize ve nâkıle oldukları gibi, elbette bu kudsi hurufât-ı Kur'âniyeye birer ayine, birer lisan, birer ibre ucu, birer kulak hükmüne geçtiğine remzen, Kur'ân-ı Hakimin hurûfâtının ne derece ehemmiyetli, kıymetli, hâsiyetli, hayattar olduğuna işareten, âyet mânâ-yı işârisiyle diyor ki: "Kelâmullah olan Kur'ân o kadar hayattar ve kıymettardır ki, onu dinleyen, işiten kulakların adedi'ni ve o kulaklara giren o kudsi kelimelerin sayısını, bütün denizler mürekkep ve melâike kâtip ve zerreler noktalar ve nebatlar ve kıllar kalemler olsa, bitiremezler." Evet bitiremezler. Çünkü Cenâb-ı Hak beşerin zayıf, ruhsuz kelâmının adedini havada milyonlar kadar teksir etse, elbette arz ve semâvâtın Pâdişâh-ı Bimisâlinin arz ve semâvâta bakan ve arz ve semâvâtta umum zişuurlara hitâp eden kelâmının herbir kelimesi zerrât-ı havâiye adedince kelimeler olur.
BEŞİNCİ KELİME: İki Harftir. Birinci Harf: Nasıl ki sıfat-ı Kelâmın kelimeleri var. Öyle de Kudretin de mücessem kelimeleri var. İlmin de hikmetli kaderî kelimeleri var ki, bütün mevcudattır. Hususen zîhayatlar, hususen küçük mahlûklar, herbiri birer kelime-i Rabbâniyedir ki Mütekellimi Ezeliye, kelâmdan daha kuvvetli bir surette işşaret eder. Ve onların adedini, denizler mürekkep olsa bitiremezler demek olduğu mânâsına dahi şu âyet remzen bakıyor. İkinci Harf: Bütün melâikelere ve insanlara, hattâ hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nevi kelâm-ı İlâhidir. Bu kelâmın kelimâtı elbette gayr-ı mütenâhidir. Saltanat-ı Mutlakanın nihayetsiz cünûdunun mütemâdiyen aldıkları ilhâm ve o evamir-i İlâhiyenin kelimâtı ne derece çok ve nihâyetsiz olduğunu âyet bize haber veriyor demektir. SUAL: Deniliyor ki: "Demir yerden çıkıyor; yukarıdan inmiyor ki denilsin.
ELCEVAP: Kur'ân-ı Mu'cizü'l BeyânKelimesiyle, demirdeki azîm ve çok ehemmiyetli nimet cihetini ihtar etmek için demiş. Çünkü yalnız demirin zâtını nazara vermiyor ki, "ihraç" desin. Belki demirdeki nimet-i azîmeyi ve nev-i beşşerin demire ne derece muhtaç olduğunu ihtar içindir. Nimet ciheti ise aşağıdan yukarıya çıkmıyor, belki rahmet hazinesinden geliyor. Rahmet hazinesi elbette ali, yukarı ve mânen yüksek mertebededir. Elbette nimet yukarıdan aşağıyadır. Ve muhtaç olan beşerin mertebesi aşağıdadır. Elbette in'âm, ihtiyâcın mâfevkindedir. Onun için, nimetin hazine-i rahmetten beşerin ihtiyâcına imdâd için gelmesinin hak tâbiri, dır, "ihrac" değildir. Hem tedrici ihrâcat beşerin eliyle olduğu için, "ihrac" kelimesi ihsan cihetini nazar-ı gaflete hissettirmez.
Evet, demirin maddesi murad olunsa, mekânı maddi itibarıyla ihraçtır. Fakat demirin sıfatı ve burada mânâ-yı maksudu olan"nimet" ise, mânevidir. Bu mânâ-yı maddî, mekâna bakmıyor, belki mânevi mertebeye bakar. Rahman'ın hadsiz mertebe-i ulviyetinin bir tecellisi olan hazine-i rahmetten gelen nimet, elbette en yüksek makamdan en aşağı mertebeye gönderiliyor. Hak tâbiri dır.
Bu tâbirle nev-i beşere ihtar eder ki, demir en büyük bir nimet-i İlâhiyedirEvet nev-i beşerin bütün san'atlarının mâdeni ve terakkiyâtının menbaı ve kuvvetinin medârı demirdir. İşte bu Azim nimeti ihtâr için, makam-ı imtinân ve in'âmda, kemâl-i haşmetle ferman ediyor. Nasıl ki Hazret-i Dâvud'a en mühim bir mûcize olarak ferman ediyor. Yani, büyük bir peygambere büyük bir mûcize ve büyük bir nimet olarak demiri yumuşatmasını gösteriyor.
Saniyen: "Yukarı," "aşağı" nisbidir. Küre-i arzın merkezine göre Yukarı ve aşağı oluyor. Hattâ bize nisbeten aşağı olan bir şey Amerika kıt'asına nazaran yukarı oluyor. Demek, merkezden sath-ı arz tarafına gelen maddeler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir. Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân i'câz lisânı ile ifade ediyor ki: Demirin o kadar çok menâfii, o kadar geniş fevâidi vardır ki, insanın hânesi olan küre-i arzın mahzeninden çıkarılacak âdi bir madde değildir. Ve rastgele hâcâtta istimâl edilmiş fıtrî bir mâden değildir. Belki Hâlik-ı Kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kainatın büyük tezğahından ihzar edilmiş bir nimet olarak, "Rabbü's Semâvâti ve'l-Arz" ünvan-ı haşmetiyle de küre-i arz sekenesinin hâcâtına medar olmak için demiri inzâl etmiş, indirmiş diye, demirdeki umûmi menfaati ifade için, güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziyâ gibi öyle şümullü faydaları var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i arzın dar anbarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten ihzâr edilerek gönderilip, küre-i arzın anbarında yerleştirilmiş; o anbardan asırların ihtiyâcına nisbeten parça parça ihraç ediliyor. Kur'ân-ı Azimüşşân, bu küçük anbardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız "sarf etmek" mânâsını ifade etmek istemiyor. Belki Hazine-i Kübrâdan o nimet-i azîmeyi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu küre-i arz hânesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlik-ı Zülcelâl, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzâl etmiş ve ekser ihtiyâc-ı beşer onunla temin edilmiştir. Kur'ân-ı Hakîm, "Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz" diye, mûcizâne ferman ediyor.
Ses Yok