28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 3
(1-20)
Nefsimle mücâdele ettiğim bir zamanda, nefsim kendinde gördüğü nimet-i İlâhiyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura, iftihâra, temeddühe başladı. Ben ona dedim ki: "Bu mülk senin değil, emânettir." O vakit nefis gurur ve iftihârı bıraktı, fakat tembelliğe başladı. "Benim malım olmayana ne bakayım? Zâyi olsun, bana ne?" dedi. Birden gördüm: Bir sinek, elime kondu, emânetullah olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladı. Bir neferin miri silâhını, elbisesini güzelce temizlediği gibi, sinek de temizliyordu. Nefsime dedim: "Bak." Baktı, Tam ders aldı. Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu. Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki, bazan tatlı bir şuruptur. Fakat sinek, yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semlerin menşei olmakla , sinekler küçücük istihâle ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbâniyeden uzak değildir, belki şe'nindendir. Evet, arıdan başka sineklerin bazı tâifeleri var ki, (HAŞİYE 2) muhtelif ve müteaffin maddeleri yerler, mütemadiyen pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O semli, müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifalı bir şuruba tebdil ederek. bir istihâle makinesi olduklarını ispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir tâifesi olduğunu göze gösterirler. "Küçüklüğümüze bakma. Tâifemizin azametine bak, 'Sübhânallah' de" diye lisân-ı hal ile söylerler.
Basit topraktan, hadsiz hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye medâr olan maâdin ve hadsiz muhtelif nebâtâtın basit bir unsurdan, kemâl-i intizam ile, vahdetten hadsiz kesret,basitten nihayetsiz muhtelif enva sade bir sayfa da hadsiz muntazam nukuş gözümüzle gördüğümüz gibi; suyun hususen hayvânât nutfelerinin su gibi basit bir madde iken hadsiz mûcizât-ı san'atın muhtelif ziyahatlarda o su ile tezâhürü gösteriyor ki: Bu iki arş misilli, nur ve hava dahi besatetleriyle beraber, Nakkaş-ı Ezelinin ve Âlim-i Zülcelalin kalem-i ilim ve emir ve irâdesine, evvelki iki arş gibi, acâib-i mûcizâtının mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp, meselemiz münasebetiyle, küre-i arza göre emir ve irâde arşı olan unsur-u havanın içinde emir ve iradenin acaibini ve garâibini örten perdenin bir derece keşfine çalışacağız. Şöyle ki: Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile hurûfat ve kelimâtı ekiyoruz, birden sümbülleniyorlar. Yani, havada, âdetâ zamansız bir anda, bir kelime bir habbe olup hâric-i havada sümbüllenir küçük büyük hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sümbül veriyor. Unsur-u havâiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i kün feyekûrn'a muti ve musahhar ve emirberdir ki, güya her bir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i kün'den cilveger olan bir irâdenin imtisâlini, itaatini gösterir. Meselâ, âhize ve nâkıle radyo makineleri vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-u beşeri bütün küre-i arzın her tarafından -radyo âhizeleri bulunmak şartıyla-zamansız, aynı nutuk, aynı anda, herbir yerde işitilmesi, emr-i künfeyekün'un cilvesine ne derece kemal-i imtisal ile herbir zerre-i havâiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız vücudları bulunan hurufâtın, Kudsiyet keyfiyetiyle, bu sırr-ı imtisâle göre çok tesiratı hariciyeye ve hasiyatı maddiyata inkılâb ve gaybı şehâdete tahavvül ettirir bir hâsiyet onlardan görülüyor. İşte bunun gibi, hadsiz emârelerle gösteriyor ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfun, hususen huru-fu kudsiyenin ve Kur'âniyenin, hususen evâil-i sûredeki şifre-i İlâhiyenin hurûfatı muntazam ve nihayetsiz hassas ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi göründüğünden, elbette zerrât-ı havâiyede kudsiyet noktasında emr-i kün feyekun'un cilvesine ve İrâde-i Ezeliyenin tecellisine mazhar hurûfatın maddi hassalarını ve hârika ve mervi faziletlerini teslim ettirir.
____________________
(HAŞİYE 2) Evet, sineğin küçücük bir tâifesini baharın âhirinde badem ve zerdali ağaçlarının dallarında, siyah bir kütle halinde halk olunup, dala yapışık olup kalırlar. Mütemâdiyen, pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi sâir sinekler tarafına toplanırlar, emerler. Diğer bir başka tâifesi de nebâtâtın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkîhinde istihdâm olunuyorlar. Sinek tâifelerinden yıldızlı, mumlu, ışıklı olan yıldız böceği şâyân-ı temaşâ olduğu gibi, sinek tâifelerinden yaldızlı, altın gibi parlak kısmı da şâyân-ı dikkattir. Mızraklı sinekle eşkıyaları hükmünde olan yabanî arıları da unutmamalıyız. Eğer Hâlık-ı Rahmân olanların dizginini çekmeseydi, bu mızraklı tâifeler, pireler gibi insanlara hücum etseydiler, Nemrud'u öldürdükleri gibi, nev-i insanı da hırpalayacak idiler ayetinin mânâ-yı işârisini tefsir ederdi. İşte, bunlar gibi yüz namdar hasiyetli tâifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır ki, mezkûr azîm âyet onu mevzu yapmış; Âyet-i kerîmenin işaretiyle emir ile îcâd oluyor. Ve Kudret hazineleri kâf, nun'dadır. Bu sırr-ı dakîkin vücûh-u kesiresinden birkaç veçhi Risalelerde zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kurân'ın hususan sûrelerin başlarındaki mukattaâtı hurûfun hâsiyetlerine ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dair vürûd eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhimine çalışacağız.
Şöyle ki: Zât-ı Zülcelâl olan Sahibi-i Arş-ı Âzamın, mânevi bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kainat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı İlâhisi var. Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafizin ve Muhyinin mazharıdır. İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur, Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur. Dördüncüsü, Emir ve irâdenin arşıdır ki unsur-u havadır.
Basit topraktan, hadsiz hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye medâr olan maâdin ve hadsiz muhtelif nebâtâtın basit bir unsurdan, kemâl-i intizam ile, vahdetten hadsiz kesret,basitten nihayetsiz muhtelif enva sade bir sayfa da hadsiz muntazam nukuş gözümüzle gördüğümüz gibi; suyun hususen hayvânât nutfelerinin su gibi basit bir madde iken hadsiz mûcizât-ı san'atın muhtelif ziyahatlarda o su ile tezâhürü gösteriyor ki: Bu iki arş misilli, nur ve hava dahi besatetleriyle beraber, Nakkaş-ı Ezelinin ve Âlim-i Zülcelalin kalem-i ilim ve emir ve irâdesine, evvelki iki arş gibi, acâib-i mûcizâtının mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp, meselemiz münasebetiyle, küre-i arza göre emir ve irâde arşı olan unsur-u havanın içinde emir ve iradenin acaibini ve garâibini örten perdenin bir derece keşfine çalışacağız. Şöyle ki: Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile hurûfat ve kelimâtı ekiyoruz, birden sümbülleniyorlar. Yani, havada, âdetâ zamansız bir anda, bir kelime bir habbe olup hâric-i havada sümbüllenir küçük büyük hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sümbül veriyor. Unsur-u havâiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i kün feyekûrn'a muti ve musahhar ve emirberdir ki, güya her bir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i kün'den cilveger olan bir irâdenin imtisâlini, itaatini gösterir. Meselâ, âhize ve nâkıle radyo makineleri vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-u beşeri bütün küre-i arzın her tarafından -radyo âhizeleri bulunmak şartıyla-zamansız, aynı nutuk, aynı anda, herbir yerde işitilmesi, emr-i künfeyekün'un cilvesine ne derece kemal-i imtisal ile herbir zerre-i havâiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız vücudları bulunan hurufâtın, Kudsiyet keyfiyetiyle, bu sırr-ı imtisâle göre çok tesiratı hariciyeye ve hasiyatı maddiyata inkılâb ve gaybı şehâdete tahavvül ettirir bir hâsiyet onlardan görülüyor. İşte bunun gibi, hadsiz emârelerle gösteriyor ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfun, hususen huru-fu kudsiyenin ve Kur'âniyenin, hususen evâil-i sûredeki şifre-i İlâhiyenin hurûfatı muntazam ve nihayetsiz hassas ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi göründüğünden, elbette zerrât-ı havâiyede kudsiyet noktasında emr-i kün feyekun'un cilvesine ve İrâde-i Ezeliyenin tecellisine mazhar hurûfatın maddi hassalarını ve hârika ve mervi faziletlerini teslim ettirir.
____________________
(HAŞİYE 2) Evet, sineğin küçücük bir tâifesini baharın âhirinde badem ve zerdali ağaçlarının dallarında, siyah bir kütle halinde halk olunup, dala yapışık olup kalırlar. Mütemâdiyen, pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi sâir sinekler tarafına toplanırlar, emerler. Diğer bir başka tâifesi de nebâtâtın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkîhinde istihdâm olunuyorlar. Sinek tâifelerinden yıldızlı, mumlu, ışıklı olan yıldız böceği şâyân-ı temaşâ olduğu gibi, sinek tâifelerinden yaldızlı, altın gibi parlak kısmı da şâyân-ı dikkattir. Mızraklı sinekle eşkıyaları hükmünde olan yabanî arıları da unutmamalıyız. Eğer Hâlık-ı Rahmân olanların dizginini çekmeseydi, bu mızraklı tâifeler, pireler gibi insanlara hücum etseydiler, Nemrud'u öldürdükleri gibi, nev-i insanı da hırpalayacak idiler ayetinin mânâ-yı işârisini tefsir ederdi. İşte, bunlar gibi yüz namdar hasiyetli tâifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır ki, mezkûr azîm âyet onu mevzu yapmış; Âyet-i kerîmenin işaretiyle emir ile îcâd oluyor. Ve Kudret hazineleri kâf, nun'dadır. Bu sırr-ı dakîkin vücûh-u kesiresinden birkaç veçhi Risalelerde zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kurân'ın hususan sûrelerin başlarındaki mukattaâtı hurûfun hâsiyetlerine ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dair vürûd eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhimine çalışacağız.
Şöyle ki: Zât-ı Zülcelâl olan Sahibi-i Arş-ı Âzamın, mânevi bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kainat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı İlâhisi var. Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafizin ve Muhyinin mazharıdır. İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur, Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur. Dördüncüsü, Emir ve irâdenin arşıdır ki unsur-u havadır.
Ses Yok