28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 4
(1-20)
İşte bu sıra binâendir ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-bayânda bazan kudret eserini, sıfat-ı irade ve sıfat-ı kelâmdan gelir gibi tâbirâtı, gayet derecede sür'at-ı icad ve gayet derecede inkıyâd-ı eşya ve musahhariyet-i mevcudattan başka, ayn-ı emir, kudret gibi hükmediyor demektir. Yani, emr-i tekviniden gelen hurûfat, maddî kuvvet hükmünde vücud-u eşyada hükmeder. Ve emr-i tekvini âdetâ, ayn-ı kudret, ayn-ı irâde olarak tezâhür eder. Evet, emir ve irâdenin bu gayet hafi ve vücud-u maddîleri gayet gizli ve havayı âdetâ nim-mânevi nim-maddi nev'indeki mevcudatta, emr-i tekvini ayn-ı kudret gibi âsârı görünüyor; belki ayn-ı kudret olur.
Âdeta mâneviyat ile meddiyatın mâbeyninde berzahi olan mevcudâta nazar-ı dikkati celb etmek için, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın ferman ediyor. İşte evâil-i süredeki gibi hurûf-u kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız münasebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten Arşa mânevi telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi ifâ etmeleri, o şifre-i kudsiye -i İlâhiyenin şe'nindendir ve vazifesidir ve gayet mâkuldürEvet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı, telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektirik ve seyyâlât-ı lâtifeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i havaiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat'i ile, belki müşahede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm.
Ağaçların rü-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde, havâ-yı nesiminin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat'î bir kanaat vermiş.
Demek havanın rü-yi zeminde çevik ve çalak bir hizmetkâr olması ve rü-yi zemindeki Rahmân-ı Rahimîn misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahman'ın emirlerini tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze, nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasviye ve nâr-ı hayat-ı olan hararet-i garizeyi iş'âl vazifesini yaptıktan sonra, çıkıp, ağızda hurûfatın teşekkülüne medâr olduğu gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i kün feyekün ile icrâ eder. İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezi ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâileri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnileri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddi ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir.
Said Nursî
______________________
''De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadarını daha getirip ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi. ''Kehf Sûresi, 18:109 Şu âyeti azime çok büyük ve çok âli ve çok geniş bir denizdir. Onun cevherlerini beyan etmek için koca bir cilt kitap yazmak lâzım gelir. Onun o kıymettar cevâhirini başka zamana tâliken, şimdilik yalnız birkaç gün evvel tahattur-u hakâik noktasında, benim için ehemmiyetli bir zaman olan namaz tesbihâtında, uzaktan uzağa fikrin nazarına ilişen bir nüktenin şuâı göründü. O zamanda kaydedemedik; gittikçe tebâud ediyordu. Bütün bütün kaybolmadan evvel o nüktenin bir cilvesini avlamak için, etrafında dairevâri birkaç kelime söyleyeceğiz. BİRİNCİ KELİME: Kelâm-ı Ezeli, ilim, Kudret gibi bir sıfat-ı İlâhiye olduğu cihetle, gayr-ı mütenâhidir. Nihayetsiz olan birşeye denizler mürekkep olsa, elbette bitiremezler. İKİNCİ KELİME: Bir zâtın vücudunu ihsâs eden en zâhir, en kuvvetli eser, tekellümüdür. Bir zâtın kelâmını işitmek, bin delil kadar vücudunu, belki şuhut derecesinde ispat ettiği nokta-i nazarda bu âyet-i kerime mânâ-yı işârisiyle diyor ki: "Rabb-i Zülcelâlin vücudunu gösteren kelâm-ı İlâhinin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yazsalar, bitiremezler. Yani, bir zâtın böyle bir kelâmı, vücuduna şuhud derecesinde delâlet ettiğine bedel; Zât-ı Ehad-i Samede, kelâmın mütekellime delâleti ve ihsâsı gibi had ve hesâba gelmeyen hadsizdir ki, umum denizlerin suyu mürekkep olsa, yazmasına kifâyet etmez" demektir. ÜÇÜNCÜ KELİME: Kur'ân-ı Mu'cizü'l Beyân hakaik-ı imaniyeyi umum tabakat-ı beşere ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve ikna etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar etiği için, ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulemâ-ı Yehûd, Peygamber-i Zişan Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taaruz etiklerine mânen bir cevaptır. Şöyle ki: Âyet-i kerîme der: "Tahkik ve iknâ gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umûmun, bilhassa avâmın kalbinde yerleştirmek için, erkân-ı îmâniye gibi herbir meselesi bin mesâil kıymetinde ve binler hakaikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı mûcizâne tarzlarda tekrarını, hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermayenin noksâniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihâyetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı İlâhiden alınan ve âlem-i gayb hesâbına âlem-i şehâdete müteveccih olup, cin ins,. Ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında taninendaz olan Kur'ân'ın menbaı bulunan Kelam-ı Ezelînin kelimâtını saymak için denizler mürekkep olsa, zişuurlar kâtip, nebâtâtlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar, yine bitiremezler . Çünkü bunlar mütenâhi , o ise nihayetsizdir."
Âdeta mâneviyat ile meddiyatın mâbeyninde berzahi olan mevcudâta nazar-ı dikkati celb etmek için, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın ferman ediyor. İşte evâil-i süredeki gibi hurûf-u kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız münasebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten Arşa mânevi telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi ifâ etmeleri, o şifre-i kudsiye -i İlâhiyenin şe'nindendir ve vazifesidir ve gayet mâkuldürEvet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı, telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektirik ve seyyâlât-ı lâtifeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i havaiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat'i ile, belki müşahede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm.
Ağaçların rü-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde, havâ-yı nesiminin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat'î bir kanaat vermiş.
Demek havanın rü-yi zeminde çevik ve çalak bir hizmetkâr olması ve rü-yi zemindeki Rahmân-ı Rahimîn misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahman'ın emirlerini tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze, nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasviye ve nâr-ı hayat-ı olan hararet-i garizeyi iş'âl vazifesini yaptıktan sonra, çıkıp, ağızda hurûfatın teşekkülüne medâr olduğu gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i kün feyekün ile icrâ eder. İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezi ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâileri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnileri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddi ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir.
Said Nursî
*** فَيَكْفِيكَ اَنَّ اللّهَ صَلَّى بِنَفْسِهِ وَ اَمْلاَكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ
______________________
''De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadarını daha getirip ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi. ''Kehf Sûresi, 18:109 Şu âyeti azime çok büyük ve çok âli ve çok geniş bir denizdir. Onun cevherlerini beyan etmek için koca bir cilt kitap yazmak lâzım gelir. Onun o kıymettar cevâhirini başka zamana tâliken, şimdilik yalnız birkaç gün evvel tahattur-u hakâik noktasında, benim için ehemmiyetli bir zaman olan namaz tesbihâtında, uzaktan uzağa fikrin nazarına ilişen bir nüktenin şuâı göründü. O zamanda kaydedemedik; gittikçe tebâud ediyordu. Bütün bütün kaybolmadan evvel o nüktenin bir cilvesini avlamak için, etrafında dairevâri birkaç kelime söyleyeceğiz. BİRİNCİ KELİME: Kelâm-ı Ezeli, ilim, Kudret gibi bir sıfat-ı İlâhiye olduğu cihetle, gayr-ı mütenâhidir. Nihayetsiz olan birşeye denizler mürekkep olsa, elbette bitiremezler. İKİNCİ KELİME: Bir zâtın vücudunu ihsâs eden en zâhir, en kuvvetli eser, tekellümüdür. Bir zâtın kelâmını işitmek, bin delil kadar vücudunu, belki şuhut derecesinde ispat ettiği nokta-i nazarda bu âyet-i kerime mânâ-yı işârisiyle diyor ki: "Rabb-i Zülcelâlin vücudunu gösteren kelâm-ı İlâhinin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yazsalar, bitiremezler. Yani, bir zâtın böyle bir kelâmı, vücuduna şuhud derecesinde delâlet ettiğine bedel; Zât-ı Ehad-i Samede, kelâmın mütekellime delâleti ve ihsâsı gibi had ve hesâba gelmeyen hadsizdir ki, umum denizlerin suyu mürekkep olsa, yazmasına kifâyet etmez" demektir. ÜÇÜNCÜ KELİME: Kur'ân-ı Mu'cizü'l Beyân hakaik-ı imaniyeyi umum tabakat-ı beşere ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve ikna etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar etiği için, ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulemâ-ı Yehûd, Peygamber-i Zişan Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taaruz etiklerine mânen bir cevaptır. Şöyle ki: Âyet-i kerîme der: "Tahkik ve iknâ gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umûmun, bilhassa avâmın kalbinde yerleştirmek için, erkân-ı îmâniye gibi herbir meselesi bin mesâil kıymetinde ve binler hakaikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı mûcizâne tarzlarda tekrarını, hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermayenin noksâniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihâyetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı İlâhiden alınan ve âlem-i gayb hesâbına âlem-i şehâdete müteveccih olup, cin ins,. Ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında taninendaz olan Kur'ân'ın menbaı bulunan Kelam-ı Ezelînin kelimâtını saymak için denizler mürekkep olsa, zişuurlar kâtip, nebâtâtlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar, yine bitiremezler . Çünkü bunlar mütenâhi , o ise nihayetsizdir."
Ses Yok