28. Lemadan bazı ayetler | 28. Lemadan bazı ayetler | 6
(1-20)
Bu âyette hem def-i a'dâya, hem celb-i menâfie medâr iki nimet beyan ediyor. Nüzûl-u Kur'ân-dan evvel demirle ehemmiyetli menâfi-i beşeriye temin edildiği görülmüş. Fakat İstikbalde demirin gayet hârika ve muhayyirü'l-ukul bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arzı musahhar edip, mevt-âlûd bir hârika kuvveti gösterdiğini ifade için¥ kelimesiyle, ihbâr-ı gaybî nev'inden bir lem'a-i'câz gösteriyor. *** Geçmiş nükteden bahsederken hüdhüd-ü Süleymandan bahis açıldı. Israrcı ve sualci bir kardeşimiz: HAŞİYE "Hüdhüdün, Cenâb-ı Hakkı tavsifte diyerek mühim makamda, mühim evsâf-ı İlâhiye içinde, nisbeten hafif bu vasfın zikrine sebep nedir?" Elcevap: Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin ziyade meşgul olduğu san'atını meşgalesini ihsâs etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahra-yı Ceziret-ül-Arabda gizli su yerlerini ferâsetle, kerâmetvâri keşveden bedevi arifleri gibi, hayvan ve tuyurun arifi olarak ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma künganlık eden ve su buldurup çıkartıran mübârek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi san'atının mikyasçığıyla Cenâb-ı Hakkın semâvât ve arzdaki mahfiyâtı çıkarmakla mâbûdiyetini ve mescûdiyetini ispat etiğini, kendi san'atçığıyla bilip ifade ediyor. Evet, hüdhüd pek güzel görmüş. Çünkü, toprak altındaki had ve hesaba gelmeyen tohumların, çekirdeklerin, mâdenlerin muktezâ-yı fıtrîsi, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. Çünkü ecsâm-ı sakile ihtiyarsız ruhsuz olduğu için, kendi yukarıya çıkamaz; yukarıdan kendi kendine aşağıya düşebilir. Aşağıdan hususen toprak sıkleti altında gizlenen bir cisim, câmid omuzundaki ağır yükü silkip çıkmak, kat'iyyen kendi kendine olamaz. Demek bir kudret-i hârika ile çıkarıyor. İşte hüdhüd, berâhîn-i mâbûdiyet ve mescûdiyetin en gizlisini ve mühimmini kendi arifliğiyle bilmiş, bulmuş; Kur'ân-ı Hakim onun hakkındaki ifadesine bir i'câz vermiştir. 
________________________

HÂŞİYE: Sual etmekte çalışkan yazmakta tembellik eden Re'fet'tir Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân Sûre-i Onun içindir ki, yağmura "Rahmet" nâmı verildiği gibi, bu mübârek hayvanlara da "en'âm" nâmı verilmiş. Güya nasılki rahmet tecessüm etmiş, yağmur olmuş; öyle de nimet dahi tecessüm etmiş, keçi, koyun, öküz ile manda ve deve şekillerini almış. Çendan cismani maddeleri yerde halk olunuyor; fakat nimetiyet sıfatı ve rahmetiyet mânâsı, maddesine tamamiyle galebe ettiğindentâbiriyle, doğrudan doğruya bu mübârek hayvanları" hazine-i rahmetin birer hediyesi olarak, Hâlik-ı Rahim, yüksek mertebe-i rahmetinden ve mânevi, âli Cennetinden yeryüzüne indirmiş. Evet, nasıl ki bazan beş paralık bir maddede beş liralık bir san'at derc edilir. O zaman o şeyin maddesi nazara alınmıyor; san'at noktasında kıymet veriliyor. Sineğin küçücük maddesi ve içindeki pek büyük san'at-ı Rabbâniye gibi bazan beş liralık bir maddede beş kuruşluk bir san'at bulunur; o vakit hüküm maddenindir. Aynen onun gibi, bazan cismani bir maddede o kadar nimet ve rahmet mânâsı bulunur ki, yüz defa maddesinden ziyade ehemmiyetli oluyor. Âdetâ cismânî maddesi gizlenir; hüküm, nimetiyet cihetine bakar. İşte, demirin pek azim menâfii ve çok semereleri, onun maddi maddesini gizlediği gibi, mezkûr mübârek hayvanların dahi her cüz'ünde nimet bulunması, onların cismânî maddelerini güya nimete kalb ettirmiş. Onun içindir ki, cismânî maddelerinin hükmü nazara alınmadan manevi sıfatları nazara alınmış Tâbir edilmiştir. Hakikat itibârıyla sâbık nükteyi ifade ettikleri gibi, belâgat noktasında da ehemmiyetli bir mânâyı mûcizâne ifade ediyorlar. Şöyle ki: Demir gayet sert fıtratıyla ve gizliliği ve derinliğiyle beraber, her yerde hazır bulunmak ve hamur gibi yumuşatmak hâsiyetini ihsân ettiğinden, herkes, her yerde her işte kolayca elde etmesini ifade etmek için, tâbiriyle güya fıtri ve semâvi nimetler gibi, demir âletlerini yukarı bir tezgahtan indirip beşerin ellerine verilmiş gibi kolaylıkla elde ediliyor. Hem hayvânât cinsinden, sivrisinekten tut, tâ yılan, akrep, kurt aslana kadar insanlara zararlı vaziyetleriyle beraber, hayvânâtın mühimlerinden olan koca manda ve öküz ve deve gibi büyük mahlükat gayet derece musahhar, muti; hatta zayıf bir çocuğa da yularını verip itaat etmek mânâsını ifade için tâbiriyle, güya bu mübarek hayvanlar dünya hayvanları değil ki, içinde tevahhuş ve zarar bulunsun. Belki mânevi bir Cennetin hayvanları gibi menfaattar, zararsızdırlar. Yukarıdan, yani, rahmet hazinesinden indirilmiştir, diye ifade ediyor. Muhtemeldir ki,bazı müfessirlerin bu hayvanlar hakkında "Cennetten indirilmiştir" dedikleri, bu mânâdan ileri gelmiştir. Zahrında (HAŞİYE) Kur'ân-ı Hakîmin bir harfi için bir sahife yazılsa uzun
_______
HAŞİYE Bazı müfessirler, "Mebde'leri semâvâttan gelmişler" demelerinden muratları şudur ki: Bu en'âm denilen hayvânâtın bekaları rızık iledir ve rızıkları ottur;onların rızkı da yağmurdur. Yağmur ki, âb-ı hayattır ve rahmettir; ve rızık da semâvâttan gelir. âyeti buna işaret eder. Madem o hayvanların devam eden müteceddit vücudları semâvâttan gelen yağmur içindedir; semâdan indirilmiş mânâsını ifade eden tâbiri yerindedir. olmuş denilmemeli. Çünkü kelamullahtır. Onun için tâbiri için iki üç sayfa yazılmakla israf edilmiş olmaz. Bazan Kur'ân'ın bir harf-i, bir hazine-i mâneviyenin anahtarı olur.
Ses Yok