Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 145
(1-445)
İSRAİLİYATIN İSLÂMÎ İLİMLERE NASIL GİRDİKLERİ MES'ELESİ

«O necib kavm-i Arab, zaman-ı câhiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvî muhitleri ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri tâlim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel'ettiği gibi, millet-i sairenin malûmatları dahi müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ'b gibi ülema-i ehl-i kitabın İslâmiyetleri cihetiyle Arapların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı sâfiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ülema-i ehl-i kitabdan İslâmiyet'e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünki İslâmiyet'in usûlüne müsadim olmadığından, hikâyât gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.
Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet'in bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin mânaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su'-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zâhirperestler, bazı âyat ve ehadîsi o hikâyât-ı İsrailiyeyi tatbik ederek tefsir eylediler.» (Âsâr-ı Bediiye sh: 168)
Muhakemat eserinin başka bir yerinde bu mes'elenin devamı mahiyetinde olarak şöyle kaydetmiş:
«Puşide olmasın, Sevr ve Hut'un kıssa-i meşhuresi İslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber müslüman olmuştur. İstersen Mukaddeme-i Sâliseye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dâhil olmuştur. Amma İbn-i Abbas'a olan nisbetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddeme'nin ayinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, sevr ve hut üzerindedir." Hadîs olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadîstir. Zira İsrailiyatın nişanı vardır.
Sâniyen: Hadîs olsa da za'f-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dâhil olmaz. Zira yakîn şarttır.
Sâlisen: Mütevatir ve kat'iyü'l-metin olsa da kat'iyü'd-delâlet değildir.» (Âsâr-ı Bediiye sh: 201)
Muhakemat'ın başka bir yerinde, aynı bahsin tetimmesi olarak şöyle demiştir:
«İbn-i Abbas'ın her söylediği sözü, hadîs olması lâzım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lâzım gelmez. Zira İbn-i Abbas (R.A.) gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikın tezahürü için hikâyet tarikıyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.» (Âsâr-ı Bediiye sh: 204)
Üstteki mes'elenin daha izahlı şeklini görmek istiyenler, Lem'alar 90. ve Şuâlar'ın 263. sahifelerine bakabilirler.
İşte Hz. Üstad'ın Türkçe eski eserlerinde ve makalelerinde, Hadîs İlminin ana kaideleri hükmündeki görüşleri hakkında şu kısa izahat, herhalde maksada kâfidir tahmin ediyorum.
: ÜSTAD'IN YENİ ESERLERİ
Şimdi ise, Hazret-i Üstad'ın eski eserlerinin ikinci kısmı olan, yani 1918'den sonra te'lif edilmiş eserlerinden bazı nümuneler kaydedeceğiz.
İstikbale aid hadîsler hakkında vürûd etmiş olan manasıyla, zâhire göre ihtilâflı hadîslerin hakikatları:
«Bil ey Mehdi ve kıyametin yakınlığı ve istikbal merhameleri (harb ve fitneleri) gibi mes'elelerin rivayetlerindek ihtilâflardan vesveseye düşen arkadaş!. Yâhu zaruriyet-i i'tikadiyen olmayan her bir mes'elede, hattâ mesail-i fer'iyede bile zarurî bir iman mı istiyorsun? Halbuki o mesail-i fer'iyeden bir kısmını yalnız reddetmek ve teslim ile kabul etmek kifayet eder. Yoksa kasdî bir iz'an-ı yakinî istemezler ki, tâ ki, onun için bürhan-ı kat'înin talebine muhtaç olunsun...» (Tercüme Mesnevî - A. Badıllı sh: 566)
Böylece Hazret-i Üstad'ın eski eserlerinin iki kısım ve iki çeşidinden hadîs ilmine aid az bir kısmını kaydettik. Bundan sonra Risale-i Nur adıyla müsemma büyük Nur Risalelerinden yine Hadîs İlmi ve mes'elerine dair noktalardan bazı parçalar arzetmeye çalışacağız.
 NUR RİSALELERİNDE HADÎS İLMİ VE HAKİKATI
Risale-i Nur'dan en evvel hadîsin bazı usûl ve kaidelerini ihtiva eden, 24. Söz'ün 3. Dalıdır. Ondan bazı kısımlar kaydettikten sonra, sair Nur Risalelerinde müteferrik şekilde bulunan hadîs ilmine dair mühim bazı parçları da kaydetmeye çalışacağız.
«ÜÇÜNCÜ DAL: Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a'mâlin fazilet ve sevablarından bahseden ehadîs-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaif veya mevzu demişler. İmanı zaif ve enaniyeti kavi bir kısım da, inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmiyeceğiz. Yalnız "Onik Aslı" beyan ederiz.
Birinci Asıl: Yirminci Söz'ün âhirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz mes'eledir. İcmali şudur ki: Din bir imtihandır, bir tecrübedir. Ervah-ı âliyeyi, ervah-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdika mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almıyacak. Zira eğer tamamen bedahet derecesinde bir alâmet-i Kıyamet görülse, herkes tasdika muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. İşte bunun için, Mehdi ve Süfyan mes'eleleri gibi çok mes'elelerde çok ihtilâf olmuş.Hem rivâyat dahi çok muhteliftir, birbirine zıd hükümler olmuş.
Ses Yok