Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 151
(1-445)
İşte her hadîste bütün tafsilatına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelatında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki:
"Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevab geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te'vilini gösterdi.» (Mektubat sh: 93)
Mütevatir hadîsler iki kısımdır: Sarih tevatür, manevî tevatür...
«Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat'îdir. Tevatür iki kısımdır. Biri "sarih tevatür", biri "manevi tevatür"dür. Manevi tevatür de iki kısımdır: Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan, haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanıı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna delâlet eder.
İkinci kısım, tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ "Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş" denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor.. biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyan eder.. fakat umumen, ayrı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-mânadır, kat'idir. İhtilaf-ı suret ise, zarar vermez.
Hem bazan olur ki: Haber-i vâhid, bazı şerait dâhilinde tevatür gibi kat'iyyeti ifade eder. Hem bazan olur ki: Haber-i vâhid haricî emarelerle kat'iyyeti ifade eder.» (Mektubat sh: 94)
Hadîslerin mütevatiri hususunda Hazret-i Üstad'ın orijinal beyanlarından bir başka parça:
«Bir Sual: Deniliyor ki: sne çok şeylere mütevatir dersin; halbuki biz onların çoğunu yeni işitiyoruz. Mütevatir birşey böyle gizli kalmaz?
Elcevab: Ülema-i Şeriat yanında çok mütevatir ve bedihî şeyler var ki, onlardan olmayana göre meçhuldür. Ehl-i hadîs yanında da çok mütevatir var, sairlerin yanında âhâdî de olmuyor ve hâkeza... Her fennin ehl-i ihtisası, o fenne göre bedihiyatı, nazariyatı beyan edilir. Umum halk ise, o fennin ehl-i ihtisasına itimad eder, teslim olur veya içine girer, görür. Şimdi haber verdiğimiz hakikî mütevatir veya manevî mütevatir veya tevatür hükmünde kat'iyyeti ifade eden vâkıalar, hem ehl-i hadîs, hem ehl-i şeriat, hem ehl-i Usul-üd din, hem ekser tabakat-ı ulemada hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan avam veya gözünü kapayan nâdanlar bilmezlerse, kabahat onlara aittir.» (Mektubat sh: 141)
Büyük muhaddis imamların Hadîs İlmi ve fennindeki fevkalâde meleke ve meharetleri «Evet, fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlisine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu'u görse, "Mevzu'dur" der. "Bu, hadîs olmaz ve Peygamber'in sözü değildir" der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır; başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler; tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu' demişler. » (Mektubat sh: 94)
Mevzu' hadîs ne demektir?
«Her mevzu' şeyin mânası yanlıştır demek değildir. Belki "Bu söz hadîs değildir" demektir.» (Mektubat sh: 94)
Bu mes'elenin Şuâlar'daki izahı ise şöyledir:
«İkinci Vecih: Mevzu'dur mânası; bu rivayet an'aneli, senedli hadîs değil demektir. Yoksa mânası yanlıştır demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i hakikat ve keşf ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip mânalarının vuku'larını beklemişler. Elbette o rivayetlerin durûb-u emsal gibi umuma bakan hakikatları vardır.» (Şuâlar sh: 401)
Bir başka yerden aynı mes'elenin izahı
«Faraza o hadîslerden birisi mevzu'da olsa, mevzu'un manası, hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inden ümmet o rivayeti kabul etmiş...» (Şuâlar sh: 416)
İşte görüldüğü üzere, Hazret-i Üstad Bediüzzaman, şimdi elde mevcud birçok kaynak hadîs kitapları içerisinde sırf mevzu diye birşey bulunmadığını; olsa olsa, manası doğru ve hak olarak bazı Sahabe ve Tabiînin büyüklerinden bazı zâtların sözleri olup, an'aneli senetle Peygamber'e ulaşan bir hadîs tarzında olmayabileceğine işaret etmektedir. Nitekim bizim araştırmamızda da, yani hadîs ilmi mevzuundaki araştırmamızda, bu hususun aynen öyle olduğu anlaşılmıştır.
"Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem'in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevab geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem'e gitti." Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te'vilini gösterdi.» (Mektubat sh: 93)
Mütevatir hadîsler iki kısımdır: Sarih tevatür, manevî tevatür...
«Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa, kat'îdir. Tevatür iki kısımdır. Biri "sarih tevatür", biri "manevi tevatür"dür. Manevi tevatür de iki kısımdır: Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan, haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanıı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna delâlet eder.
İkinci kısım, tevatür-ü manevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ "Bir kıyye taam, ikiyüz adamı tok etmiş" denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı surette haber veriyor.. biri bir çeşit, biri başka bir surette, diğeri başka bir şekilde beyan eder.. fakat umumen, ayrı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-mânadır, kat'idir. İhtilaf-ı suret ise, zarar vermez.
Hem bazan olur ki: Haber-i vâhid, bazı şerait dâhilinde tevatür gibi kat'iyyeti ifade eder. Hem bazan olur ki: Haber-i vâhid haricî emarelerle kat'iyyeti ifade eder.» (Mektubat sh: 94)
Hadîslerin mütevatiri hususunda Hazret-i Üstad'ın orijinal beyanlarından bir başka parça:
«Bir Sual: Deniliyor ki: sne çok şeylere mütevatir dersin; halbuki biz onların çoğunu yeni işitiyoruz. Mütevatir birşey böyle gizli kalmaz?
Elcevab: Ülema-i Şeriat yanında çok mütevatir ve bedihî şeyler var ki, onlardan olmayana göre meçhuldür. Ehl-i hadîs yanında da çok mütevatir var, sairlerin yanında âhâdî de olmuyor ve hâkeza... Her fennin ehl-i ihtisası, o fenne göre bedihiyatı, nazariyatı beyan edilir. Umum halk ise, o fennin ehl-i ihtisasına itimad eder, teslim olur veya içine girer, görür. Şimdi haber verdiğimiz hakikî mütevatir veya manevî mütevatir veya tevatür hükmünde kat'iyyeti ifade eden vâkıalar, hem ehl-i hadîs, hem ehl-i şeriat, hem ehl-i Usul-üd din, hem ekser tabakat-ı ulemada hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan avam veya gözünü kapayan nâdanlar bilmezlerse, kabahat onlara aittir.» (Mektubat sh: 141)
Büyük muhaddis imamların Hadîs İlmi ve fennindeki fevkalâde meleke ve meharetleri «Evet, fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlisine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu'u görse, "Mevzu'dur" der. "Bu, hadîs olmaz ve Peygamber'in sözü değildir" der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır; başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler; tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu' demişler. » (Mektubat sh: 94)
Mevzu' hadîs ne demektir?
«Her mevzu' şeyin mânası yanlıştır demek değildir. Belki "Bu söz hadîs değildir" demektir.» (Mektubat sh: 94)
Bu mes'elenin Şuâlar'daki izahı ise şöyledir:
«İkinci Vecih: Mevzu'dur mânası; bu rivayet an'aneli, senedli hadîs değil demektir. Yoksa mânası yanlıştır demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i hakikat ve keşf ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip mânalarının vuku'larını beklemişler. Elbette o rivayetlerin durûb-u emsal gibi umuma bakan hakikatları vardır.» (Şuâlar sh: 401)
Bir başka yerden aynı mes'elenin izahı
«Faraza o hadîslerden birisi mevzu'da olsa, mevzu'un manası, hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inden ümmet o rivayeti kabul etmiş...» (Şuâlar sh: 416)
İşte görüldüğü üzere, Hazret-i Üstad Bediüzzaman, şimdi elde mevcud birçok kaynak hadîs kitapları içerisinde sırf mevzu diye birşey bulunmadığını; olsa olsa, manası doğru ve hak olarak bazı Sahabe ve Tabiînin büyüklerinden bazı zâtların sözleri olup, an'aneli senetle Peygamber'e ulaşan bir hadîs tarzında olmayabileceğine işaret etmektedir. Nitekim bizim araştırmamızda da, yani hadîs ilmi mevzuundaki araştırmamızda, bu hususun aynen öyle olduğu anlaşılmıştır.
Ses Yok