Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 205
(1-445)
95- «Yahudilerden küçük bir cemaat huzur-u Nebevî'de sebeb oldukları küçük bir hâdise...»
Risalede yeri: Sözler sh: 402 (Yirmibeşinci Söz)
Me'hazler: Maâlim-ül Tenzil - Begavî 1/95; Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 1/88; Delâil-ün NübüvveBeyhakî 6/274
Zabıt şekli: Bütün tefsirler, bu hâdiseyi Bakara Sûresi âyet: 94-95 tefsirinde şöyle kaydederler:
Yahudilerden temsilci bir hey'et, bir müddet sonra da, Necran Hristiyanlarından bir grup Peygamber'in (A.S.M.) yanına gelerek, kendilerinin Cennet ehli olduklarını ve Cennet'e girmenin tek şartı da Yahudî veya Nasranî olmaktır diye dem vurup ve Peygamber'e hitaben: "Sen veya biz, hangi taraf haklı değilse, ona lânet edelim" diye konuştular.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) Kur'an lisanıyla onlara dedi ki: "Eğer siz Yahudiler, dediğiniz gibi davanızda sâdık iseniz, gelin ölümü temenni edin. Lânet etme yerine, ölüm ile beddua edelim!"
Yahudiler tabii ki buna yanaşmadılar, yalanları da hemen ortaya çıktı.
İbn-i Abbas (R.A.) der ki: "Eğer yahudiler o anda bu şartı kabul etmiş olsalardı ve Resulullah (A.S.M.) beddua etseydi; bütün yahudiler o zaman ölürlerdi."
96- «Beşerin hayat-ı içtimaiyesinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşe'i iki kelimedir: Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?" İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim." Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır.»
Risalede yeri: Sözler sh: 409; Mektubat sh: 273; İşarat-ül İ'caz sh: 45 ve daha Nur'un sair yerlerinde varsa...Me'hazler:Münebbihat-ı İbn-i Hacer sh: 4
Zabıt şekli:
Meâli: "Bütün fitnelerin asıl kayanığı, zekâtı vermemektir."
97- «Hattâ vahyin bir kâtibi şu âyeti
yazarken daha şu kelime gelmezden evvel, şu kelimeyi söylemiştir. Acaba bana da mı vahiy gelmiş, zannında bulunmuş.»
Risalede yeri: Sözler sh. 419 (Yirmibeşinci Söz) ve daha Nur'un başka yerlerinde varsa...
Me'hazler: Tefsir-i İbn-i Kesir 3/209; Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/6-7; Mesnevî Celâleddin-i Rumî 6/2
Zabıt şekli: Vahyin o kâtibinin kim olduğu hakkında bir kaç rivayet şekli vardır. Birinci rivayette -ki en sahihidir- Hazret-i Ömer-ül Faruk'tur. İkinci rivayette Zeyd bin Sâbit olduğunu söyleyenler var. Üçüncü rivayette ise, Muaz bin Cebel (R.A.) olduğu söylenmiş. Ve dördüncü rivayet de, bu kâtibin Abdullah bin Sa'd olduğu yönündedir.
98- Risalede yeri: Sözler sh: 433; Mektubat sh: 184; Tercüme Mesnevî (Abdülmecid) sh: 257 ve daha Nur'un diğer yerlerinde varsa...
Me'hazler: Bu söz şu metniyle bir hadîs-i şerif olarak bulunamadı. Lâkin eskiden beri ülema arasında darb-ı mesel kabilinden kullanıla gelmiş bir sözdür. Ekseriya Arabçadan "Heyhat!" makamında kullanılır. Yani; "Bu nerede? O nerede?..."
Bir hadîs olmadığı için, aslının kimden geldiğine dair araştırma yapmadım.
Mânası: "Yerden göğe kadar fark vardır."
99- «Münâcat-ı Ahmediye olan Cevşen-ül Kebir...»
(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından hergün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ül Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır:)
Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şuâlar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerlerinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir bir kanaatla, Cevşen-ül Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'ın kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.
Me'hazler: Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak'da tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat" isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.
Cevşen-ül Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bulunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ül Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ül Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.
Sırlı hadîslerin varlığı hakkında bu kitabın mukaddimesi olan "Hadîs İlmi Bölümü"nde bir çok deliller zikretmişiz. İsteyen bakabilir. Sırlı ve hususi hadîsler ise, elbette ki meşhur olmayacak ve belli hadîs
kitaplarında da yer almayacaktır. Yer almadığı için de, muhaddislerin ne lehinde ne de aleyhinde bir sözleri yoktur.
Cevşen-ül Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İmam-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Masafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir tarafa bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfî üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşen-ül Kebir, usûl-ü İslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulâde tavsifat göstermesi ve hiçbir ârifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzemesini, elbette Cevşen-ül Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvetten geldiğini gösterir.
Risalede yeri: Sözler sh: 402 (Yirmibeşinci Söz)
Me'hazler: Maâlim-ül Tenzil - Begavî 1/95; Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 1/88; Delâil-ün NübüvveBeyhakî 6/274
Zabıt şekli: Bütün tefsirler, bu hâdiseyi Bakara Sûresi âyet: 94-95 tefsirinde şöyle kaydederler:
Yahudilerden temsilci bir hey'et, bir müddet sonra da, Necran Hristiyanlarından bir grup Peygamber'in (A.S.M.) yanına gelerek, kendilerinin Cennet ehli olduklarını ve Cennet'e girmenin tek şartı da Yahudî veya Nasranî olmaktır diye dem vurup ve Peygamber'e hitaben: "Sen veya biz, hangi taraf haklı değilse, ona lânet edelim" diye konuştular.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) Kur'an lisanıyla onlara dedi ki: "Eğer siz Yahudiler, dediğiniz gibi davanızda sâdık iseniz, gelin ölümü temenni edin. Lânet etme yerine, ölüm ile beddua edelim!"
Yahudiler tabii ki buna yanaşmadılar, yalanları da hemen ortaya çıktı.
İbn-i Abbas (R.A.) der ki: "Eğer yahudiler o anda bu şartı kabul etmiş olsalardı ve Resulullah (A.S.M.) beddua etseydi; bütün yahudiler o zaman ölürlerdi."
96- «Beşerin hayat-ı içtimaiyesinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşe'i iki kelimedir: Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?" İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim." Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır.»
Risalede yeri: Sözler sh: 409; Mektubat sh: 273; İşarat-ül İ'caz sh: 45 ve daha Nur'un sair yerlerinde varsa...Me'hazler:Münebbihat-ı İbn-i Hacer sh: 4
Zabıt şekli:
Meâli: "Bütün fitnelerin asıl kayanığı, zekâtı vermemektir."
97- «Hattâ vahyin bir kâtibi şu âyeti
yazarken daha şu kelime gelmezden evvel, şu kelimeyi söylemiştir. Acaba bana da mı vahiy gelmiş, zannında bulunmuş.»
Risalede yeri: Sözler sh. 419 (Yirmibeşinci Söz) ve daha Nur'un başka yerlerinde varsa...
Me'hazler: Tefsir-i İbn-i Kesir 3/209; Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/6-7; Mesnevî Celâleddin-i Rumî 6/2
Zabıt şekli: Vahyin o kâtibinin kim olduğu hakkında bir kaç rivayet şekli vardır. Birinci rivayette -ki en sahihidir- Hazret-i Ömer-ül Faruk'tur. İkinci rivayette Zeyd bin Sâbit olduğunu söyleyenler var. Üçüncü rivayette ise, Muaz bin Cebel (R.A.) olduğu söylenmiş. Ve dördüncü rivayet de, bu kâtibin Abdullah bin Sa'd olduğu yönündedir.
98- Risalede yeri: Sözler sh: 433; Mektubat sh: 184; Tercüme Mesnevî (Abdülmecid) sh: 257 ve daha Nur'un diğer yerlerinde varsa...
Me'hazler: Bu söz şu metniyle bir hadîs-i şerif olarak bulunamadı. Lâkin eskiden beri ülema arasında darb-ı mesel kabilinden kullanıla gelmiş bir sözdür. Ekseriya Arabçadan "Heyhat!" makamında kullanılır. Yani; "Bu nerede? O nerede?..."
Bir hadîs olmadığı için, aslının kimden geldiğine dair araştırma yapmadım.
Mânası: "Yerden göğe kadar fark vardır."
99- «Münâcat-ı Ahmediye olan Cevşen-ül Kebir...»
(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından hergün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ül Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır:)
Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şuâlar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerlerinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir bir kanaatla, Cevşen-ül Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'ın kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.
Me'hazler: Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak'da tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat" isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.
Cevşen-ül Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bulunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ül Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ül Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.
Sırlı hadîslerin varlığı hakkında bu kitabın mukaddimesi olan "Hadîs İlmi Bölümü"nde bir çok deliller zikretmişiz. İsteyen bakabilir. Sırlı ve hususi hadîsler ise, elbette ki meşhur olmayacak ve belli hadîs
kitaplarında da yer almayacaktır. Yer almadığı için de, muhaddislerin ne lehinde ne de aleyhinde bir sözleri yoktur.
Cevşen-ül Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İmam-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Masafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir tarafa bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfî üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşen-ül Kebir, usûl-ü İslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulâde tavsifat göstermesi ve hiçbir ârifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzemesini, elbette Cevşen-ül Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvetten geldiğini gösterir.
Ses Yok