Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 97
(1-445)
İKİNCİ BÖLÜM
RİSALE-İ NUR'DA
1075 HADÎS, HABER VE ESER
(Me'hazleri, Meâlleri)
RİSALE-İ NUR'DA
1075 HADÎS, HABER VE ESER
(Me'hazleri, Meâlleri)
Hadîs İlmi Hakkında Kısaca Bazı Bilgiler
GİRİŞEski zamanlarda büyük allâme zatlar, tefsire dair, hakikat-ı İslâmiyeye dair, ahlâk ve mev'izelere dair veya esrar-ı tasavvuf ve tarikatlara ait eserler yazdıklarında, hadîs-i şerifleri mevzuların münasebetine göre kitaplarına kaydederlerdi. Hadîslerin rivayet, sened , cerh ve ta'dil işini muhaddislerin kitaplarına bırakırlardı. Çünki tahkik işiyle, hakikat mes'elesi ayrı ayrı şeylerdir. Makam ve mekânları da ayrı ayrıdır. Fıkıh ve şeriat kitaplarında da buna yakın bir tarz takip edilmiş. Ancak fıkıh ve şeriat kitaplarında hadîslerin başına: "İbn-i Mes'ud'un hadîsi, Abdullah bin Ömer'in hadîsi veya Abdullah bin Abbas'ın hadîsi" gibi ifadelerle kaydetmişlerdir.
Bahsi yapılan muhakkik ve allâme zatların eserlerindeki hadîs-i şerifler hakkında bilâhare bazı dedikodular başgösterince, kâmil muhaddislerden büyük allâmeler bu kabil kitaplardan mühim bazıların Hadîs İlmi ve Usûlü müvacehesinde tahkike tabi' tuttular. Her bir hadîsin derece ve mertebelerini, hadîs ilmine göre tahkik eyleyip tesbit ettiler. Hadîs usûlü ilmi çerçevesinde yapılan bu tahkik işine, "tahric" de denilir.
İşte bu fakir, hadîs ilmini ve cerh, nakd ve ta'dil usûlünü görmeden ve tetebbu' etmeden evvel, Şam'da ve Beyrut'ta ilim ehli bazı zâtlardan çok ileri derecede hadîsin senedi üzerine dedikodular duyardım. Hele, 1969 yılında
Şam'da ve Beyrut'ta bu mes'ele bir fırtına halinde herkesi meşgul etmekteydi. "Şu hadîs sahihtir, şu zayıftır" gibi lâflar, fazlaca revaçta idi. Bir müddet sonra, Türkiye'de İmam-Hatipli gençler ve Yüksek İslâm Enstitülü talebe ve hocaları arasında da bu iş kaynamaya başladı. Hadîs İlmi hakkında ulu-orta konuşanlar çoğaldı. Hadîs İlminde ümmetin mu'temedi ve İlm-i Hadîste mütahassıs ve dâhî ve salâhiyetli zâtlar bile ta'n edilmeye cesaret gösterilecek derecede ileri gidildi.
Evvelâ Arabistan'dan başlayıp gelen ve kaynağı da, eskide yaşamış bir kaç katı ve şiddetli ve hattâ müteaaassıb bazı muhaddis zâtlar olan bu kapkatı menfî ve taşkın meslek, herşey ve her muhterem ve kudsî eserlere de dil uzatmak cesaretini göstermeye başladı. Bu arada, Üstad Bediüzzaman'ın Risale-i Nur eserlerindeki hadîs-i şeriflere de dil uzatıldı. 1943'lerdeki Denizli hapis hâdisesinde ve 1948'de Afyon hapsi ve mahkemesinde, bid'atkâr, bazı yarım hocaların ehl-i vukuf olarak verdikleri raporlarına sırtını dayayan savcıların, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın eserlerindeki hadîs-i şeriflere itiraz ve dil uzatma hâdisesi ve Bediüzzaman'ın o ehl-i vukuflara ve mahkemeye karşı verdiği müskit cevabları, bu işin ilki olmuştur.
Bu hâdiseden hayli zaman sonra, Türkiye'de İmam-Hatip mekteblerinin ve bilâhare Yüksek İslâm Enstitüleri veya İlahiyat Fakültelerinin açılmaalarından sonra, az üstte sözünü ettiğimiz Arabistan'daki hadîs dedikodusu fırtınası Türkiye'ye de tamamen sıçradı. Bilen bilmeyen herkes, ulu-orta hadîslere ve hadîs İmamlarına, bilhassa Risale-i Nur'da kayıdlı hadîs-i şeriflere dil uzatmak cesaretinde bulunabildiler.
O Bediüzzaman ki; bütün ülema-i İslâmca, bilhassa Osmanlı son devrinin en büyük ülemasınca hârika ve mevhibeli ilmî kudreti, zekâsı, feraseti de dehası ve bilhassa hadîs ilmindeki küllî vüsûku müttefikan kabul edilmiş bir allâme-i asırdır. (¹)
--------------------------------------------
Bahsi yapılan muhakkik ve allâme zatların eserlerindeki hadîs-i şerifler hakkında bilâhare bazı dedikodular başgösterince, kâmil muhaddislerden büyük allâmeler bu kabil kitaplardan mühim bazıların Hadîs İlmi ve Usûlü müvacehesinde tahkike tabi' tuttular. Her bir hadîsin derece ve mertebelerini, hadîs ilmine göre tahkik eyleyip tesbit ettiler. Hadîs usûlü ilmi çerçevesinde yapılan bu tahkik işine, "tahric" de denilir.
İşte bu fakir, hadîs ilmini ve cerh, nakd ve ta'dil usûlünü görmeden ve tetebbu' etmeden evvel, Şam'da ve Beyrut'ta ilim ehli bazı zâtlardan çok ileri derecede hadîsin senedi üzerine dedikodular duyardım. Hele, 1969 yılında
Şam'da ve Beyrut'ta bu mes'ele bir fırtına halinde herkesi meşgul etmekteydi. "Şu hadîs sahihtir, şu zayıftır" gibi lâflar, fazlaca revaçta idi. Bir müddet sonra, Türkiye'de İmam-Hatipli gençler ve Yüksek İslâm Enstitülü talebe ve hocaları arasında da bu iş kaynamaya başladı. Hadîs İlmi hakkında ulu-orta konuşanlar çoğaldı. Hadîs İlminde ümmetin mu'temedi ve İlm-i Hadîste mütahassıs ve dâhî ve salâhiyetli zâtlar bile ta'n edilmeye cesaret gösterilecek derecede ileri gidildi.
Evvelâ Arabistan'dan başlayıp gelen ve kaynağı da, eskide yaşamış bir kaç katı ve şiddetli ve hattâ müteaaassıb bazı muhaddis zâtlar olan bu kapkatı menfî ve taşkın meslek, herşey ve her muhterem ve kudsî eserlere de dil uzatmak cesaretini göstermeye başladı. Bu arada, Üstad Bediüzzaman'ın Risale-i Nur eserlerindeki hadîs-i şeriflere de dil uzatıldı. 1943'lerdeki Denizli hapis hâdisesinde ve 1948'de Afyon hapsi ve mahkemesinde, bid'atkâr, bazı yarım hocaların ehl-i vukuf olarak verdikleri raporlarına sırtını dayayan savcıların, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın eserlerindeki hadîs-i şeriflere itiraz ve dil uzatma hâdisesi ve Bediüzzaman'ın o ehl-i vukuflara ve mahkemeye karşı verdiği müskit cevabları, bu işin ilki olmuştur.
Bu hâdiseden hayli zaman sonra, Türkiye'de İmam-Hatip mekteblerinin ve bilâhare Yüksek İslâm Enstitüleri veya İlahiyat Fakültelerinin açılmaalarından sonra, az üstte sözünü ettiğimiz Arabistan'daki hadîs dedikodusu fırtınası Türkiye'ye de tamamen sıçradı. Bilen bilmeyen herkes, ulu-orta hadîslere ve hadîs İmamlarına, bilhassa Risale-i Nur'da kayıdlı hadîs-i şeriflere dil uzatmak cesaretinde bulunabildiler.
O Bediüzzaman ki; bütün ülema-i İslâmca, bilhassa Osmanlı son devrinin en büyük ülemasınca hârika ve mevhibeli ilmî kudreti, zekâsı, feraseti de dehası ve bilhassa hadîs ilmindeki küllî vüsûku müttefikan kabul edilmiş bir allâme-i asırdır. (¹)
--------------------------------------------
(¹) Bu davanın doğruluğu için Mufassal Tarihçe-i Hayat Kitabı sh: 721-773'e bakmak kifayet eder.
Ses Yok