Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 100
(1-445)
Bu mes'elede bir iki misal arzedeceğim:
1- İbn-i Kayyım-ı Cevzî'nin "El-Beyan Fi-Aksam-ı Kur'an" Mukaddimesinde Fatiha-i Şerife'nin tefsirinde mağdûb ve dallînin mânasını, ümmet-i İslâmiyenin en sâlih, en mübarek, en takvalı, en basiretli, en seçkin taifesi olan evliyaya tatbik ve teşmil etmesidir.
2- İbn-i Teymiye'nin evliya hakkında, hususuyla Muhyiddin-i Arabî hakkında ileri sürdüğü tekfir ve tadlil iddialarını tazammun eden kitablarından kat'-ı nazar.. velâyeti inkârının tipik bir nümunesi olarak: Hazret-i Ömer'in minber üstünde, İran tarafında bir aylık mesafede harbeden kumandanı Sâriye'ye: deyip, ve Hazret-i Sâriye'nin bu sözü işitip, sevk-ül ceyş noktasında muvaffak olmasına sebebiyet vermiş olan sahih hâdiseyi, İbn-i Teymiye onu, Hazret-i Ömer'in velâyet ve kerametine hamletmesi yerine, "Cinnîler o sesi Sâriye'ye işittirmiş olabilirler" demiş. (El-Makasıd-ı Haseni - İmam- Sahavî sh: 474)
İşte bu iki nümunede görüldüğü üzere, bu ekolün en üst seviyedeki imamlarında ilmen ve akideten şu galat-ı his durumu varken, istikametli düşünmeleri ve müstakimane hüküm vermeleri mümkün olmamaktadır.
3- Mezkûr ekolün bu zamanda mukallid bir çözemezliğini deruhte ettiğini göstermeye kalkışan, amma hiç de onu berceremeyen Şamlı Nasırüddin-i Elbanî, hiç hakkı ve haddi olmadığı halde, İmam-ı Celâleddin-i Suyutî'nin "El-Câmi-üs Sagîr" eserini, sahih, zaif ve mevzu' hadîsler deyip birbirinden ayırarak, ayrı ayrı bölümler halinde neşretmesi mes'elesini ve onun Mukaddemesinde başta İmam-ı Suyutî'ye ve Suyutî'nin hem-asrı olan allâme Abdürraûf El-Menavî'ye karşı çok haksızca dil uzatmaları hususunu bir yana bırakıyoruz. Sadece "Sahih-ül Câmi-üs Sagîr" diye adlandırdığı kısmın birinci cildinin mukaddemesi sh: 29'da; meşhur allâme eski Beyrut müftüsü, Resullullah âşıkı Şeyh Yusuf-u Nebhanî'nin, Suyutî Hazretlerinin "El-Câmi-üs Sagîr" eseriyle, yine Suyutî'nin bilâhare yazdığı "Ziyadat-ül Câmi-is Sagîr" eserini birbirine katarak, ismine de "El-Feth-ül Kebir Bi-Zamm-iz Ziyadati ilâ Câmi-is Sagîr" ismini koyduğu bu eserin mukaddemesinin nihayetinde şu gelecek duasını, bakınız bu şahıs mezkûr ekol hesabına nasıl tenkid ettiğini görünüz:
Türkçe mânası: "Büyük olan Allah, Arş-ı Kerimin Rabbinden niyazım odurki; kendi Rauf ve Rahîm olan Peygamberinin (A.S.M.) hürmetine bu kitabımı menfaatlı kıla. Onun iki aslını menfaatlı kıldığı gibi.. ve beni, müellifi ile beraber, kendi yanında ve Seyyid-ül Mürselîn olan Nebisinin yanında makbullerin zümresinde haşreyleye.. ve benden ve onun müellifi olan El-Hâfız EsSuyutî'den bunu kabul eyleye.. ve hayra giden yolu bana ve müellifine âsân ede... "
İşte gayet makbul, gayet samimî ve son derece hakikatlı olan bu duayı, bir saat tamircisi veya bir kunduracı olan Nasirüddin-i Elbanî nasıl câhilâne ve yersiz bir cesaretle ve mezkûr ekolün taassubu hesabına ne derece mütecavizâne iliştiğini göstereceğiz. Şöyle ki:
Evvelâ duanın başındaki ibaresini üstüne bazı şeyler söylemek için, yani: "Rauf ve Rahim ancak Allah'tır, bu sıfatları başkasına vermek şirktir" demeye niyetlenerek üstüne dipnot işaretini koymuş. Fakat sonra herhalde, Tevbe Sûresi'nin sonuna Peygamber'in (A.S.M.) vasfına gelen âyeti hatırına gelmiş, tecavüzden vazgeçmiş. Sonra o dua ve niyazın bölümüne dipnot işareti koymuş, alttaki dipnotta tecavüzünü şöyle başlatmıştır: "Efendim, şu tevessül, yani; Allah'a ulaşmak için vesile ittihaz etme, gayr-ı meşru'dur." Yani, ona göre dine mugayirdir.
Neden? Çünki duada: "Beni ve müellifin kendi yanında ve Peygamberlerin Efendisi olan Nebisi yanında makbul olan zümre içinde haşreyle!" demiş. Bunu, Elbanî Efendi, kendi hakikatsız akidesine göre bir çeşit şirk saymış. Elbanî'nin bu akidesine göre; "Lailâhe İllallah" deyip, "Muhammedürresulullah" dememek icab eder. Çünki Peygamber'in adını Allah'ın adı yanına getirmiş oluyoruz.
Elbanî bir de şunu ekliyor: "Burada Peygamber (A.S.M.) dua sahibine soracak: "Beni Allah'a şerik mi itikad ediyorsun?"
Elbanî Efendi, bu iddialarının delili olarak da, İbn-i Teymiye'nin bir kitabıyla, kendisinin münasebetsizliklerden ibaret olan bir kitabını me'haz gösteriyor.
İşte şu nümuneler gibi, hadîs usûlü hakkında, İslâmın akidesi, fıkıh ve şeriatı hakkında mezkûr ekolün vârid olmuş yüzlerce kabih ve gülünç iddialarını burada sıralamam mümkündür. Lâkin "Ârife işaret kâfidir" diyerek, bu üç nümune ile iktifa etmek istiyor ve diyoruz ki:
"Bu ekolün ve mukallidlerinin İslâmî ilimlerde, bilhassa hadîs usûlü ilmin de yüzde yetmiş nisbetiyle sözleri makbul değil, görüşleri müstakim değil, hükümleri doğru değildir. Zira, meslek taassubu bu ekolde hükümrandır...
1- İbn-i Kayyım-ı Cevzî'nin "El-Beyan Fi-Aksam-ı Kur'an" Mukaddimesinde Fatiha-i Şerife'nin tefsirinde mağdûb ve dallînin mânasını, ümmet-i İslâmiyenin en sâlih, en mübarek, en takvalı, en basiretli, en seçkin taifesi olan evliyaya tatbik ve teşmil etmesidir.
2- İbn-i Teymiye'nin evliya hakkında, hususuyla Muhyiddin-i Arabî hakkında ileri sürdüğü tekfir ve tadlil iddialarını tazammun eden kitablarından kat'-ı nazar.. velâyeti inkârının tipik bir nümunesi olarak: Hazret-i Ömer'in minber üstünde, İran tarafında bir aylık mesafede harbeden kumandanı Sâriye'ye: deyip, ve Hazret-i Sâriye'nin bu sözü işitip, sevk-ül ceyş noktasında muvaffak olmasına sebebiyet vermiş olan sahih hâdiseyi, İbn-i Teymiye onu, Hazret-i Ömer'in velâyet ve kerametine hamletmesi yerine, "Cinnîler o sesi Sâriye'ye işittirmiş olabilirler" demiş. (El-Makasıd-ı Haseni - İmam- Sahavî sh: 474)
İşte bu iki nümunede görüldüğü üzere, bu ekolün en üst seviyedeki imamlarında ilmen ve akideten şu galat-ı his durumu varken, istikametli düşünmeleri ve müstakimane hüküm vermeleri mümkün olmamaktadır.
3- Mezkûr ekolün bu zamanda mukallid bir çözemezliğini deruhte ettiğini göstermeye kalkışan, amma hiç de onu berceremeyen Şamlı Nasırüddin-i Elbanî, hiç hakkı ve haddi olmadığı halde, İmam-ı Celâleddin-i Suyutî'nin "El-Câmi-üs Sagîr" eserini, sahih, zaif ve mevzu' hadîsler deyip birbirinden ayırarak, ayrı ayrı bölümler halinde neşretmesi mes'elesini ve onun Mukaddemesinde başta İmam-ı Suyutî'ye ve Suyutî'nin hem-asrı olan allâme Abdürraûf El-Menavî'ye karşı çok haksızca dil uzatmaları hususunu bir yana bırakıyoruz. Sadece "Sahih-ül Câmi-üs Sagîr" diye adlandırdığı kısmın birinci cildinin mukaddemesi sh: 29'da; meşhur allâme eski Beyrut müftüsü, Resullullah âşıkı Şeyh Yusuf-u Nebhanî'nin, Suyutî Hazretlerinin "El-Câmi-üs Sagîr" eseriyle, yine Suyutî'nin bilâhare yazdığı "Ziyadat-ül Câmi-is Sagîr" eserini birbirine katarak, ismine de "El-Feth-ül Kebir Bi-Zamm-iz Ziyadati ilâ Câmi-is Sagîr" ismini koyduğu bu eserin mukaddemesinin nihayetinde şu gelecek duasını, bakınız bu şahıs mezkûr ekol hesabına nasıl tenkid ettiğini görünüz:
Türkçe mânası: "Büyük olan Allah, Arş-ı Kerimin Rabbinden niyazım odurki; kendi Rauf ve Rahîm olan Peygamberinin (A.S.M.) hürmetine bu kitabımı menfaatlı kıla. Onun iki aslını menfaatlı kıldığı gibi.. ve beni, müellifi ile beraber, kendi yanında ve Seyyid-ül Mürselîn olan Nebisinin yanında makbullerin zümresinde haşreyleye.. ve benden ve onun müellifi olan El-Hâfız EsSuyutî'den bunu kabul eyleye.. ve hayra giden yolu bana ve müellifine âsân ede... "
İşte gayet makbul, gayet samimî ve son derece hakikatlı olan bu duayı, bir saat tamircisi veya bir kunduracı olan Nasirüddin-i Elbanî nasıl câhilâne ve yersiz bir cesaretle ve mezkûr ekolün taassubu hesabına ne derece mütecavizâne iliştiğini göstereceğiz. Şöyle ki:
Evvelâ duanın başındaki ibaresini üstüne bazı şeyler söylemek için, yani: "Rauf ve Rahim ancak Allah'tır, bu sıfatları başkasına vermek şirktir" demeye niyetlenerek üstüne dipnot işaretini koymuş. Fakat sonra herhalde, Tevbe Sûresi'nin sonuna Peygamber'in (A.S.M.) vasfına gelen âyeti hatırına gelmiş, tecavüzden vazgeçmiş. Sonra o dua ve niyazın bölümüne dipnot işareti koymuş, alttaki dipnotta tecavüzünü şöyle başlatmıştır: "Efendim, şu tevessül, yani; Allah'a ulaşmak için vesile ittihaz etme, gayr-ı meşru'dur." Yani, ona göre dine mugayirdir.
Neden? Çünki duada: "Beni ve müellifin kendi yanında ve Peygamberlerin Efendisi olan Nebisi yanında makbul olan zümre içinde haşreyle!" demiş. Bunu, Elbanî Efendi, kendi hakikatsız akidesine göre bir çeşit şirk saymış. Elbanî'nin bu akidesine göre; "Lailâhe İllallah" deyip, "Muhammedürresulullah" dememek icab eder. Çünki Peygamber'in adını Allah'ın adı yanına getirmiş oluyoruz.
Elbanî bir de şunu ekliyor: "Burada Peygamber (A.S.M.) dua sahibine soracak: "Beni Allah'a şerik mi itikad ediyorsun?"
Elbanî Efendi, bu iddialarının delili olarak da, İbn-i Teymiye'nin bir kitabıyla, kendisinin münasebetsizliklerden ibaret olan bir kitabını me'haz gösteriyor.
İşte şu nümuneler gibi, hadîs usûlü hakkında, İslâmın akidesi, fıkıh ve şeriatı hakkında mezkûr ekolün vârid olmuş yüzlerce kabih ve gülünç iddialarını burada sıralamam mümkündür. Lâkin "Ârife işaret kâfidir" diyerek, bu üç nümune ile iktifa etmek istiyor ve diyoruz ki:
"Bu ekolün ve mukallidlerinin İslâmî ilimlerde, bilhassa hadîs usûlü ilmin de yüzde yetmiş nisbetiyle sözleri makbul değil, görüşleri müstakim değil, hükümleri doğru değildir. Zira, meslek taassubu bu ekolde hükümrandır...
Ses Yok