Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 101
(1-445)
TAHKİK VE HAKİKAT
Bir çok ilimlerde, bilhassa münakaşa götüren mevzularda olduğu gibi, hadîs ilminde de tahkik makamıyla, hakikat mertebesi ayrı ayrıdırlar. Tahkik işi, bilhassa hadîs ilmin gerektirdiği gibi derinlemesine incelemeyi yapan bir ilimdir. Bu iş, filhakika büyük ve küllî dirayet ve kabiliyet isteyen ve son derece insaf ve hakperestlik ve adaleti iktiza eden bir hususdur. Hattâ bunlardan da öte, Allah'ın ihsanı ve mevhibesi bir iştir. Zira hadîsi tahkik eylerken, sırf Din-i İslâm adına, Resulullah namına, taassub ve iltizamlardan uzak olarak, hakikatın rehberliğinde yapılması gereken bir emirdir.
İşte bu vasıftaki tahkik vazifesini yapmış olan gerçek muhakkik muhaddisler, kâmil veli, büyük allâmeler olan Ahmed bin Hanbel, Buharî, Tirmizî, Darekutnî, İbn-i Hibban, Hâkim-i Nisaborî, İbn-i Salah, Zeyneddin-i Irakî, İbn-ül Hacer ve Suyutî gibi zâtlardır. Elhak bu zâtlar, o vazifeyi tam tamına ve tamamıyla; cerh ve ta'dil ölçülerini havf ve recanın içerisinde, insaf ve adalet ve hakperestlik dairesinde bihakkın yapımışlardır. İslâm ümmeti ve müslüman dünyası bu zâtlara ebediyen minnettar ve müteşekkirdir.
İşte, isimleri verilen hadîs ilminin dâhî allâme nakkadleri gibi, Ehl-i Sünnet Ve-l Cemaatın mutlak ekseriyetini teşkil eden, bilhassa hadîs âlimlerinin yol ve usûlleri, arzettiğimiz tarzda olduğuna şüphe yoktur. Yani, sadece hadîsin mertebelerini beyan sadedinede, cerh ve ta'dil ilminin gerektirdiği usûlleri uyguladıktan ve mertebesini ve durumunu beyan ettikten sonra, onu mertebe ve makamında ve yine bir hadîs-i şerif olarak bırakırlar. Müttefekun-aleyh ve kesin şekilde mevzu' değilse, yani mevzuluğu ayanbeyan aşikâre değilse, za'fiyeti hangi derece ve mertebede olursa olsun, yine de onu hadîs olarak kabul etmiş ve alıp muhafaza etmişlerdir. Bu davaya delil ise, bu gün meydandaki yüzden fazla kaynak olan hadîs kitaplarındaki hadîslerdir. Bu kitaplar, bin küsûr seneden beri tedavüldedirler. Bütün Muhaddisînler, bu kitapların içerisindeki hadîslerin mertebelerini beyan etmekle beraber, umumunu hadîs olarak kabul etmiş ve muhafaza ederek yerinde bırakmış olmalarıdır.
HAKİKAT MAKAMI
Tahkik işi bittikten ve cerh ve ta'dilin hay-u huyu sona erdikten sonra hadîsin mertebeleri, senetleri itibariyle mekân ve makamlarında sabit kalmışlardır. Öyle olması da icab eder. Lâkin maalesef görmekteyiz ki; bazı nâdan ve behresizler, sanki hadîsin cerh ve ta'dil işi, tahkik ve tanzim hususu bitmemiş gibi, hâlâ mes'eleyi tartışma sahasına çekmek ve orada; şu oturmuş nur-u hikmet saçan hadîs-i şerifleri âdeta bulandırmak, şüphelendirmek ve yeniden cerh ve nakdın toz ve dumanıyla bulandırmak istiyor gibidirler. Bu, görünüşte bir hadîs hizmeti gibidir. Amma hâyır! "Arı su içer, bal akıtır. Yılan su içer zehir döker" hakikatı gibi, eski hadîs imamları ve kudsî hameleleri bir mecbureyet karşısında muvakkat bir zaman için, hadîsin silkindirilip evham gubarlarından temizlenmesi maksadıyla, cerh ve ta'dilin sahasında tutmuşlardır. O iş bittikten sonra da, getirip onu lâyık olduğu mevkiine koymuşlardır. Yani, hakka ve dine hizmet etmişlerdir. Arı gibi bal aktımışlardır. Amma şimdikiler ise, tam maksadın tersine olarak; halledilmiş, tasaffî etmiş olan hadîs ilmini, hiçbir maslahat yokken, safa ve nur sahrasından alıp, zulmetli evham sahasanına çekmek istiyorlar. Tabiri caiz ise, âdeta yılan gibi zehir kusmak istiyor gibidirler.
Bakarsın hoca efendi veya vaiz bey camiin vaiz kürsüsünde vaaz ederken, avam halka hadîsin mertebelerinden söz ederler. Yahut ulu-orta heryerde bunu bir ilimfuruşluk tarzında izhar ederler. Halbuki onların bahsettiği husus, hadîs ilmine âşina olan ülema arasında, icab ettiği zaman medar-ı bahis olabilecek bir husustur. Vaiz efendi vaaz ederken, okuduğu bir hadîs-i şerif için "Efendim bu zaif bir hadîstir" dediği zaman ve fakat hadîs ilmindeki "zaif" ıstılahını ve mânasını söylemediği vakit, zaifliğin ne olduğunu bilmeyen müslüman avam halk elbette şüpheye düşecek. İslâmın emirlerini iltizamda, nehiylerinden de kaçmakta gevşek davranacak. Herşeye bir nevi şüpheli bakacak ve saire...
Hadîs hususunda hakikat makamından muradımız budur ki: "Hadîs-i Şeriflerin makam ve mertebeleri, tâ bin sene evvel tesbit edilmiş ve bu iş artık halledilmiş ve bitmiştir" demek istiyoruz. Mevcud umum hadîsler, yani yüze bâliğ kaynak hadîs kitablarındaki yekûn hadîs-i şerifler, senetleri ve rivayet yollarıyla, umumiyetle üç makam ve mertebeed bulunurlar. Bunlar: Sahih hadîsler, Hasen hadîsler ve Zaif hadîsler. Amma her hepsi de hadîs-i şeriftirler. Hepsine karşı da hürmet ve ihtiram vâcib ve lâzımdır.
Nitekim İslâm ülemasının ehl-i hakikat olan âlimleri de, Şeriat-ı İslâmiye ve umuma bakan fıkıh dışındaki bütün mes'elelerde, bilâtereddüt, seneden en zaif hadîsleri bile istimâl etmişler, amel etmişer ve
hırz-ı can edip hürmet etmişlerdi. Böylesi hakikat makamında, hadîslerin senetleri üstünde yapılmış tartışmalara göre değil, ifade ettikleri mânalara göre değerlendirmişlerdir. Hadîsin cerh ve ta'dil ameliyesinden sonra, makamları tesbit edilip yerlerine kaim edildikten sonra, bir çok ülema, artık o hadîsin senedinin durumuna bakmadan, senetsiz olarak kitaplarında hiç tereddüt etmeden dercetmişlerdi. Meselâ, Şeyh Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Rabbanî gibi zâtlar. Bir kısmı da, hadîslerin kitaplarına dercederken, cerh ve ta'dil mes'elesini zikretmeden, onun senediyle birlikte kaydedilmişlerdir.
Ses Yok