Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 12
(1-68)
         Yirmisekizinci Âyet: Sure-i Tevbe’de:  يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ âyetindeki نُورَ اللّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üçyüz yirmidört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir sû’-i kasd plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmidörtte ilânıyla o plânı akîm bırakmağa çalıştıkları halde, maatteessüf altı-yedi sene sonra, harb-i umumî neticesinde yine o sû’-i kasd niyetiyle Sevr Muahedesinde Kur’anın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üçyüz yirmidörde, tâ otuz dörde, tâ ellidörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’anın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resail-in Nur müellifi yirmidörtte (1324) ve Resail-in Nur’un mukaddematı otuzdörtte (1334) ve Resail-in Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirdleri ellidörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-ı hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevkettiler. Ve bu itfa sû’-i kasdına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’ana muhalif haletlerin ekserisi, o sû’-i kasdların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahîm neticeleridir.
        Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un doksanüç (1293) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid’in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli “lâmlar” ve “mim” ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi’nin şakirdleri olabilir. Her ne ise… Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الْبَحْرِ sırrıyla kısa kestik.    
        Yirmidokuzuncu Âyet: Sure-i İbrahim’in başında الر كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ âyetidir. Şu âyetin dört-beş cümlesinde dört-beş îma var. Mecmuu bir işaret hükmüne geçer.
        Birincisi: اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ cümlesi ifade eder ki: “Kitab-ı Mübin vasıtasıyla, ondördüncü asırdaki zulümattan, insanlar biiznillah Kur’andan gelen bir nura çıkarlar.” Bu meal ve hususan nur lafzı, Resail-in Nur’a mutabık olduğu gibi; makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” iki “nun” olmak üzere bin üçyüz otuzsekiz veya dokuz (1338-1339) ederek harb-i umumî zulümatında te’lif edilen Resail-in Nur’un fatihası olan İşarat-ül İ’caz Tefsiri, o zulmetler içindeki zuhuru tarihine tam tamına tevafuku ve âyetteki Nur kelimesi Risale-i Nur’daki Nur lafzına îma ile bakıyor.
        İkincisi: اِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ cümlesi evvelki cümledeki Nur’u tarif ederek der: O Nur, Cenab-ı Hakk’ın izzet ve mahmudiyetini gösteren yoldur. Bu cümlenin makam-ı ebcedîsi beşyüz kırk sekiz veya elli (548-550) olarak Resail-in Nur’un şeddeli “nun” bir “nun” olmak üzere adedi olan beşyüz kırksekize tam tamına tevafuk eder. Eğer okunmayan iki “elif” sayılsa, mertebesine işaret eden iki farkla yine tam tamına tevafuk eder. Bu îmayı teyid eden, hem letafetlendiren bir münasebet var. Şöyle ki:    
        Âlem-i İslâm için en dehşetli asır altıncı asır ile Hülâgu fitnesi ve onüçüncü asrın âhiri ve ondördüncü asır ile harb-i umumî fitneleri ve neticeleri olduğu münasebetiyle bu cümle makam-ı ebcediyle altıncı asra ve evvelki cümle gibi اَلْعَزِيزِ الْحَمِيدِ kelimeleri ile bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder.
        Hem sâbık âyetlerde ise, Resail-in Nur’un ikinci ismine tevafukla işaret eden umum o âyetler, dehşetli asır olan Hülâgu ve Cengiz asrına dahi îma ederler. Hattâ o âyetlerin hem o asra, hem bu asra îmaları içindir ki, Hazret-i Ali (R.A.) Ercuze’sinde ve Gavs-ı A’zam (R.A.) Kasidesinde Resail-in Nur’a kerametkârane işaret ettikleri vakit hem o asra, hem şu asra bakıp hiddetle işaret etmişler.
        Üçüncüsü: مِنَ الظُّلُمَاتِ kelimesindeki الظُّلُمَاتِ ın adedi bin üçyüz yetmişiki (1372) ederek bu asrın zulümleri, zulmetleri ne vakte kadar devam edeceğini, o zulmetlerin içinde bir Nur daima tenvire çalışacağına îma ile Risale-i Nur’un tenvirine remzen bakar.
        Dördüncüsü: لِتُخْرِجَ النَّاسَ cümlesi diyor ki: “Bin üçyüz kırkbeşte (1345) Kur’andan gelen bir Nur ile insanlar karanlıklardan ışıklara çıkarılacak.” Bu meal ise, bin üçyüz kırkbeşte fevkalâde tenvire başlayan Resail-in Nur’a tam tamına cifirce, hem mealce muvafık ve mutabık olmakla Risale-i Nur’un makbuliyetine îma belki remzediyor.   
Dinle
-