Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 61
(1-68)
       Risale-i Nur, şimdiye kadar hiçbir ilim adamının tam bir vuzuh ile isbat edemediği en muğlak mes’eleleri gayet basit bir şekilde en âmi avam tabakasından tut, tâ en âlî havas tabakasına kadar herkesin istidadı nisbetinde anlayabileceği bir tarzda, şübhesiz ikna edici ve yakînî bir şekilde izah ve isbat etmesidir. Bu hususiyet, hemen hemen hiçbir ilim adamının eserinde yoktur.
        İkincisi: Bütün Nur eserleri, Kur’an-ı Kerim’in bir kısım âyetlerinin hakikî tefsiri olup, onun manevî i’cazının lem’aları olduğunu her hususta göstermesidir.
        Üçüncüsü: İnsanların en derin ihtiyaçlarına, kat’î delil ve bürhanlarla ilmî mahiyette cevab vermesidir. Meselâ: Vâcib-ül Vücud’un varlığı ve âhiret ve sair iman rükünlerini, bir zerrenin lisan-ı hal ve kal suretinde tercümanlığını yaparak isbat etmesi, en meşhur İslâm feylesoflarından İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşd; bu mesleklerde bütün mevcudatı delil olarak gösterdikleri halde, Risale-i Nur o hakikatları aynen bir zerre veya bir çekirdek lisaniyle isbat ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmî kudretini şimdi onlara göstermek mümkin olsaydı; onlar, hemen diz çöküp Risale-i Nur’dan ders alacaklardı.
        Dördüncüsü: Risale-i Nur, insanın senelerce uğraşarak elde edemiyeceği bilgileri, komprime hülâsalar nev’inden kısa bir zamanda temin etmesidir.
        Beşincisi: Risale-i Nur, ilmin esas gayesi olan rıza-yı İlahîyi tahsile sebeb olması ve dünya menfaatına, ilmi hiçbir cihetle âlet etmiyerek, tam manasıyla insaniyete hizmet gibi en ulvî vazifeyi temsil etmesidir.
        Altıncısı: Risale-i Nur, kuvvetli ve kudsi ve imanî bir tefekkür semeresi olup, bütün mevcudatın lisan-ı hal ve kal suretinde tercümanlığını yapar. Aynı zamanda iman hakikatlarını ilmelyakîn ve aynelyakîn ve hakkalyakîn derecelerinde inkişaf ettirir.
        Yedincisi: Risale-i Nur, bütün ilimleri câmi’ oluşudur. Adeta ilim iplikleri ile dokunmuş müzeyyen kumaş gibidir. Ve şimdiye kadar hiçbir ilim erbabı tarafından söylenmemiş ve her ilme olan en derin vukufunu tebarüz ettiren vecizeler mecmuasıdır. Misal olarak birkaçını zikrederek, heyet-i mecmuası hakkında bir fikir edinmek istiyenlere, Risale-i Nur bahrına müracaat etmesini tavsiye ederiz.
        “Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir.”
        “Bir kelebeğin midesini tanzim eden, Manzume-i Şems’i dahi o tanzim etmiştir.”
        “Bir zerreyi icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zira şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfinin, bahusus zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü ve nâzır birer gözü vardır.”
        “Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi’ değil. Nakıştır, nakkaş değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-ı hariciye değil.”
        “Sabit, daim, fıtrî kanunlar gibi ruh dahi; âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş ve kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi, o cevhere sadef etmiştir.”
        Ve hâkeza binler vecizeler var.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Üniversite Nurcuları namına, duanıza çok muhtaç
Mustafa Ramazanoğlu
* * *

Halil İbrahim’in Manzumesidir

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
        Zerremizi fart-ı şefkatinle şems-i envârına düşürdün,
        Cehlimizle enaniyetimizi diyar-ı irfanına düşürdün.
        Maden-i nühasımızı pota-i Furkan’a düşürdün,
        Hayfâ ki, o potada zünnar-ı inkârımızı düşürdün.
        Saray-ı Kâ’be-i ulyaya erip tûl-ü emelimizi düşürdün,
        Makam-ı nur-u tevhide varıp hâb-ı hayalimizi düşürdün
        Haremgâh-ı İlahîde süveyda hücresine yükümüzü düşürdün,
        Heyet-i suretinin derunundaki manaya gönlümüzü düşürdün.
        Tâ ezel sabahında vahdet nağmesini işittin,
        Leyla-yı zaman Kays ile bir demde görüştün.
        Dost ikliminin lâlesinin bağlarına eriştin,
        Vahdet-i sâki midadını سَقَيهُمْ kevserine düşürdün.
        Olmasaydın ey Risale-i Nur bize sen armağan;
        Çâh-ı masiva, nefs-i tagutla bel’ederdi bizi heman.
        Dalaletten geçemez, küfür benliğinde kalırdık üryan,
        Hamden Lillah katremizi bahr-i envârına düşürdün.
        Sendeki esrar-ı Hak سَوْفَ تَرَينِى yi söylesem,
        Gül vechindeki Lâhut benini şerh u beyan eylesem.
        Nur-u Huda, mü’mine hedâ, dalalete seyf-i hemta mı desem;
        Zülfikar ve Asâ-yı Musa ile münkirleri girdaba düşürdün.
        Aşina-yı bezm-i Hak’tır Risale-i Nur talebeleri;
        Nur-u Yezdan, Feyz-i Kur’andır cümlesinin rehberi.
        Bu âciz nâtuvan onların bir hakir kemteri,
        Halil İbrahim’e “hâk-i der-i âl-i abâ” tam düşürdün.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza çok muhtaç, günahkâr kardeşiniz
Hâk-i der-i Âl-i Abâ
Dinle
-