onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etbâları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakâik-i İslâmiyeyi ve hakâik-i îmaniyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve Evliyâlar ve Asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gâyet kuvvetli velâyet ve diyânet ve kemâlâtı olmasaydı, Abbâsîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.
Eğer denilse: Neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyâde lâyık ve müstehak onlardı?”
Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakâik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeyi muhafazaya me’mur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebî gibi ma’sûm olmalı, veyahut Hulefa-yı Râşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki, Mısır’da Âl-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fâtımiyye Hilâfeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviyye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dîni ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir sûrette İslâmiyete ve Kur’âna hizmet etmişler.
İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, husûsan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, husûsan Zeynel’âbidîn ve Câfer-i Sâdık ki, herbiri birer ma’nevî mehdî hükmüne geçmiş, ma’nevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakâik-i îmaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.
Eğer denilse: Mübârek İslâmiyet ve nurânî Asr-ı Saâdetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünkü onlar, kahra lâyık değil idiler?
Elcevab: Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her tâife-i nebatatın, tohumların, ağaçların isti’dâdlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer.. öyle de: Sahâbe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı isti’dâdları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her tâifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi isti’dâdına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı.