Birincisi şudur ki: Ulemâ-i zâhir ve bâtının, Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmâm-ı Ali’nin mühim ve sâdık bir şâkirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek, ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filâne!” dedi. Birden o ölmüş kız,
dedi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”
İkincisi: İmâm-ı Beyhakî ve İmâm-ı İbn-i Adiyy gibi ba’zı mühim imamlar, Hazret-i Enes İbn-i Mâlik’ten haber veriyorlar ki: Enes demiş: Bir ihtiyare kadının birtek oğlu vardı, birden vefat etti. O sâliha kadın çok müteessir oldu, dedi: “Yâ Rab! Senin rızân için, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bîatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatımı te’min edecek tek evlâdcığımı, o Resulün hürmetine bağışla.” Enes der: O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi.
İşte şu hâdise-i acîbeye işâret ve ifâde eden, İmâm-ı Busîrî’nin Kasîde-i Bürde’de şu fıkrasıdır:
Yâni: “Eğer alâmetleri, onun kadrine muvafık derecesinde azametini ve makbûliyetini gösterse idiler, değil yeni ölmüşler, belki onun ismiyle çürümüş kemikler de ihyâ edilebilirdi.”
Üçüncü Hâdise: Başta İmâm-ı Beyhakî gibi râviler, Abdullah İbn-i Ubeydullahi’l-Ensârî’den haber veriyorlar ki, Abdullah demiş: Sâbit İbn-i Kays İbn-i Şemmas’ın Yemâme Harbi’nde şehid düştüğü ve kabre koyduğumuz vakit, ben hazırdım. Kabre konurken, birden ondan bir ses geldi:
dedi. Sonra açtık, baktık; ölü, cansız. İşte o vakit, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehâdetini haber veriyor.
Dördüncü Hâdise: İmâm-ı Taberanî ve Ebû Nuaym Delâil-i Nübüvvet’te Nu’man İbn-i Beşir’den haber veriyorlar ki: Zeyd İbn-i Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik.