Fakat “Her mevzu’ şey’in ma’nası yanlıştır.” demek değildir; belki “Bu söz, hadîs değildir” demektir.
Suâl: An’aneli senedin fâidesi nedir ki; lüzumsuz yerde, malûm bir vakıada “an filân, an filân, an filân” derler?
Elcevab: Fâideleri çoktur. Ezcümle, bir fâidesi şudur: An’ane ile gösteriliyor ki, an’anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sâdık ehl-i hadîsin bir nevi icmâını irae eder ve o senedde dâhil olan ehl-i tahkîkın bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senedde, o an’anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; o hadîsin hükmünü imza ediyor, sıhhatine dâir mührünü basıyor.
Suâl: Neden hâdisat-ı i’caziye sâir zarûri ahkâm-ı şer’iyye gibi tevâtür sûretinde, pek çok tariklerle, çok ehemmiyetli nakledilmemiş?..
Elcevab: Çünkü ekser ahkâm-ı şer’iyeye, ekser nâs, ekser evkatta muhtaçtır. Farz-ı ayn gibi, o ahkâmın her şahsa alâkası var. Amma mu’cizat ise; herkesin herbir mu’cizeye ihtiyacı yok. Eğer ihtiyaç olsa da, bir def’a işitmek kâfi gelir. Âdeta farz-ı kifaye gibi, bir kısım insanlar onları bilse, yeter.
İşte bunun içindir ki; ba’zı olur, bir mu’cizenin vücûdu ve tahakkuku, bir hükmün vücûdundan on derece daha kat’i olduğu halde, onun râvisi bir-iki olur; hükmün râvîsi on-yirmi olur.
Dördüncü Esas: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın istikbâlden haber verdiği ba’zı hâdiseler, cüz’î birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyeyi, cüz’î bir sûrette haber verir. Halbuki o hâdisenin müteaddid vecihleri var. Her def’a bir vechini beyân eder. Sonra Râvi-i Hadîs o vecihleri birleştirir, Hilâf-ı vâki’ gibi görünür. Meselâ: Hazret-i Mehdî’ye dâir muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve tasvirat, başka başkadır. Halbuki, Yirmi Dördüncü Söz’ün bir dalında isbat edildiği gibi: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinâden, her bir asırda kuvve-i ma’nevîye-i ehl-i îmanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nurânîyesi olan Âl-i Beytine ehl-i îmanı ma’nevî rabtetmek için, Mehdî’yi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi, herbir asır Âl-i Beytten bir nevi Mehdî, belki Mehdîler bulmuş. Hatta Âl-i Beytten mâ’dud olan Abbâsiye Hulefasından, Büyük Mehdî’nin çok evsâfına câmi’ bir Mehdî bulmuş.
İşte, Büyük Mehdî’den evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan Hulefâ-yı Mehdîyyîn ve Aktâb-ı Mehdîyyîn evsafları, asıl Mehdî’nin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş.