Zülfikar Risalesi | Zülfikar Birinci Makamı | 95
(1-134)

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân meydana çıktığı vakit bütün âleme meydan okudu ve insanlarda iki şiddetli his uyandırdı:

Birisi: Dostlarında hiss-i taklidi; yâni sevgili Kur’ânın üslûbuna karşı benzemeklik arzusu ve onun gibi konuşmak hissi...

İkincisi: Düşmanlarda bir hiss-i tenkid ve muâraza; yâni Kur’ân üslû-buna mukabele etmekle da’va-yı i’câzı kırmak hissi...

İşte bu iki hiss-i şedid ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydanda-dır. Şimdi bütün bu kitapların en beliğleri, en fasihleri Kur’ânla beraber okun-duğu vakit, her kim dinlese, kat’iyyen diyecek ki; Kur’ân bunların hiç birisine benzemiyor. Demek Kur’ân, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise: Herhalde, ya Kur’ân umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhal olmakla beraber, hiç kimse, hatta şeytan bile olsa diyemez. (Hâşiye-1)

Öyle ise Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, yazılan umum kitapların fevkinde-dir. Hatta ma’nayı da fehmetmiyen câhil âmi tabakaya karşı da Kur’ân-ı Hakîm, usandırmamak sûretiyle i’câzını gösterir. Evet o âmi, câhil adam der ki: “En güzel, en meşhur bir beyti iki-üç def’a işitsem, bana usanç veri-yor. Şu Kur’ân ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyâde dinlemesi hoşu-ma gidiyor. Öyle ise bu insan sözü değildir.”

Hem hıfza çalışan çocukların tabakasına karşı dahi, Kur’ân-ı Hakîm; o na-zik, zaîf, basit ve bir sahife kitabı hıfzında tutamayan o çocukların küçük kafala-rında, o büyük Kur’ân ve çok yerlerinde iltibas ve müşevveşiyete sebebiyet veren birbirine benzeyen âyetlerin ve cümlelerin teşabühüyle beraber; kemâl-i sühûletle, kolaylıkla o çocukların hâfızalarında yerleşmesi sûretinde, i’câzını onlara dahi gösterir. Hatta az sözden ve gürültüden müteessir olan hastalara ve sekeratta olanlara karşı Kur’ânın zemzemesi ve sadâsı; zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihetle, bir nevi i’câzını onlara da ihsas eder.

Elhâsıl: Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’ân-ı Hakîm i’câzını gösterir veya i’câzının vücûdunu ihsas eder. Kim-seyi mahrum bırakmaz. Hatta yalnız gözü bulunan (Hâşiye-2) kulaksız,kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da,

-------------------------------

(Hâşiye-1): Yirmi Altıncı Mektub’un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve îzahıdır.

(Hâşiye-2): Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalbsiz tabakasına karşı vech-i i’câzı, burada gâyet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’câzı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektublarda (Hâşiyecik) gâyet parlak ve nurânî ve zâhir ve bahir gösterilmiştir, hatta körler de görebilir. O vech-i i’câzı gösterecek bir Kur’ân yazdırdık. İnşâallah tab’ edilecek, herkes de o güzel vechi görecektir.

(Hâşiyecik): Otuzuncu Mektub pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti; fakat yerini başkasına, İşârâtü’l-i’câza verdi. Kendisi meydana çıkmadı.

Ses Yok