İKİNCİ NÜKTE: Hazreti Mûsa Aleyhisselâm’ın zamanında sihrin revacı olduğundan, mühim mu’cizâtı ona benzer bir tarzda geldiği; ve Hazreti İsâ Aleyhisselâm’ın zamanında ilmi tıb revaçta olduğundan, mu’cizâtının galibi o cinsten geldiği gibi, Resûli Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dahi zamanında Ceziretü’lArab’da en ziyâde revacda dört şey idi:
Birincisi: Belâgat ve fesâhat.
İkincisi: Şiir ve hitabet.
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibten haber vermek.
Dördüncüsü: Hâdisat-ı mâziyeyi ve vâkıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
İşte Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân geldiği zaman, bu dört nevi ma’lûmat sâhiblerine karşı meydan okudu:
Başta ehl-i belâgata birden diz çöktürdü. Hayretle Kur’ânı dinlediler.
İkincisi ehl-i şiir ve hitâbet, yâni muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki, parmaklarını ısırttı. Altun ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâ’be duvarlarına medâr-ı iftihar için asılan meşhur “Muallakat-ı Seb’a”larını indirtti, kıymetten düşürdü.
Hem gaibden haber veren kâhinleri ve sahirleri susturdu. Onların gaybî haberlerini onlara unutturdu. Cinnîlerini tardettirdi. Kâhinliğe hâtime çektirdi.
Hem ümem-i sâlifenin vekayiine ve hâdisat-ı âlemin ahvâline vâkıf olanları hurâfattan ve yalandan kurtarıp, hakîki hâdisat-ı mâziyeyi ve nurlu olan vekayi-i âlemi onlara ders verdi.
İşte bu dört tabaka, Kur’âna karşı kemâl-i hayret ve hürmetle onun önüne diz çökerek şâkird oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit birtek sûreyle muârazaya kalkışamadılar...
Eğer denilse: Nasıl biliyoruz ki, kimse muâraza edemedi ve muâraza kabil değil?
Elcevab: Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde teşebbüs edilecekti. Çünkü muârazaya ihtiyaç şedît idi. Zîra dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor. Muâraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muâraza mümkün olsaydı, herhalde muâraza edecektiler.