Zülfikar Risalesi | Zülfikârın ikinci makamı | 37
(1-72)

Hem hiç mâkul mudur ki; Hattâ çekirdek kadar herbir mevcûda bir ağaç kadar vazife yükü yüklesin, çiçekleri kadar hikmetleri bindirsin, semereleri kadar maslahatları taksın da bütün o vazifeye, o hikmetlere, o maslahatlara dünyaya müteveccih yanlız bir çekirdek kadar gaye versin! Bir hardal kadar ehemmiyeti olmayan dünyevî bekasını gaye yapsın! Ve bunları, Âlem-i Mânâya çekirdekler ve Âlem-i Ahirete bir mezraa yapmasın! Tâ, hakikî ve lâyık gayelerini versinler. Ve bu kadar mühim ihtifâlât-ı mühimmeyi gayesiz, boş, abes bıraksın. Onların yüzünü âlem-i mânâya, âlem-i âhirete çevirmesin! Tâ, asıl gayeleri ve lâyık meyvelerini göstersin. Evet hiç mümkün müdür ki; bu şeyleri böyle hilâf-ı hakîkat yapmakla; kendi evsaf-ı hakikîyyesi olan Hakîm, Kerîm, Âdil, Rahîm’in zıdlarıyla -hâşâ sümme hâşâ- muttasıf gösterip hikmet ve keremine, adl ve rahmetine delâlet eden bütün kâinatın hakaikını tekzib etsin. Bütün mevcûdatın şehadetlerini reddetsin. Bütün masnûatın delâletlerini ibtal etsin!

Hem hiç akıl kabûl eder mi ki; insânın başına ve içindeki havassına saçları adedince vazifeler yükletsin de, yalnız bir saç hükmünde ona bir ücret-i dünyeviyye versin! Adâlet-i hakikîyyesine zıd olarak ve hikmet-i hakikîyyesine münâfî, mânâsız iş yapsın!

Hem hiç mümkün müdür ki; bir ağaca taktığı neticeler, meyveler miktarınca herbir zîhayata, belki lisan gibi herbir uzvuna, belki herbir masnûa o derece hikmetleri, maslahatları takmakla; kendisinin bir Hakîm-i Mutlak olduğunu isbat edip göstersin, sonra bütün hikmetlerin en büyüğü ve bütün maslahatların en mühimmi ve bütün neticelerin en elzemi ve hikmeti hikmet, ni’meti ni’met, rahmeti rahmet eden ve bütün hikmetlerin, ni’metlerin, rahmetlerin, maslahatların menbaı ve gayesi olan beka ve likayı ve saadet-i ebediyyeyi vermeyip terkederek, bütün işlerini abesiyyet-i mutlaka derekesine düşürsün ve kendini o zâta benzetsin ki; öyle bir saray yapar; herbir taşında binlerce nâkışlar, herbir tarafında binler zînetler ve herbir menzilinde binler kıymetdar âlât ve levâzımat-ı beytiyye bulundursun da; sonra ona dam yapmasın! Her şey çürüsün, beyhude bozulsun. Hâşâ ve kellâ!. Hayr-ı Mutlak’tan hayır gelir. Cemîl-i Mutlak’tan güzellik gelir. Hakîm-i Mutlak’tan abes bir şey gelmez. Evet her kim fikren tarihe binip mâzi cihetine gitse, şu zaman-ı hâzırda gördüğümüz menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefat etmiş menziller, meydanlar, meşherler, âlemler görecek. Sûretçe, keyfiyetçe birbirinden ayrı oldukları halde; intizâmca, acaibce, Sâniin kudret ve hikmetini göstermekçe birbirine benzer.

Ses Yok