Son Şahitler | İstanbul Şâhitleri(I) | 8
(1-23)

BEDİÜZZAMAN VE

KABASAKAL ÇERKEZ

MEHMET PAŞA

 

3l Mart hâdisesinin karışık ve iğtişaşlı günlerinde, bu isyanı ve bu kanlı anarşiyi bastırmak için otuz yaşlarındaki genç Bediüzzaman, çok çalışıp, büyük gayret göstermişti.

Çeşitli topluluklarda yaptığı nasihatlarla ve cihandeğer konuşmalarla bu yangını söndürmek için büyük fedakârlıklar yapmıştı.

Fakat bu  gayretlerinden bir netice alamayınca, Koncaeli vilayetine doğru çekilmişti. bu çekilişi Rifat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi ismindeki eserinde şöyle anlatmaktadır:

 

Bediüzzaman 3l Mart hâdisesini yatıştırmaya çalıştı

"Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilânından önce İstanbul'a gelmiş ve Meşrutiyet ilânından sonra dahi İstanbul'da ikamet etmekte iken, şöhretinden bilistifade İstanbul'un çeşitli gazetelerinde yazdığı yazılarla Meşrutiyetin faydalarını anlatıyordu."

Bediüzzaman'ın İzmit'e geldiği merkez-i umumîye soruldu, nezaret altına alınması cevabı geldi.

Üstad Bediüzzaman 28. Lem'a'da "Hafız Tevfik'in Fıkrası'nın Tetimmesi" kısmında İzmit'e çekilme meselesiyle alâkalı olarak şunları ifade etmektedir:

"İşte o tarihte l325 (l909) 3l Mart hâdisesi münasebetiyle, İstanbul'dan kaçarak muvakkat bir zaman mücahede-i mâneviyeyi bırakmak niyetiyle Hareket Ordusundan firar edip İzmit'e geldi."

O karışık günlerde, sanki Bediüzzaman da isyancıymış gibi, İzmit'ten alınarak İstanbul'a getirilmişti.

Bütün mübarek ömrü boyunca asayişin, nizam ve intizamın taraftarı ve hizmetkârı olan Bediüzzaman gibi bir şahsiyeti, bilemeyen nâdanlar, başkalarıyla kıyaslıyorlardı. İşte bunlardan birisi de Mahmud Şevket Paşaydı.

Emirdağ Lâhikası'nın birinci cildinde Bediüzzaman, Mahmud Şevket Paşayla karşılaşmasını şöyle ifade etmektedir:

"3l Mart hâdisesinde Hareket Ordusunun Başkumandanı Mahmud Şevket Paşa bana karşı fazla hiddetli iken.."

Mektubun devamında, Bediüzzaman, "Şevket Paşa gibi daha nice kumandanların ileride, çıkacak ve bütün cihana yayılacak Risale-i Nurların heybetinden çekinerek bana, birşey yapamadan geri çekilip karşımda durakladılar" meâlinde izahlarda bulunmaktadır.

Ne garip ve ibretlidir ki, Bediüzzaman'a muhatap olan, tâ ilk gençlik günlerinden beri karşılaştığı, konuştuğu ve görüştüğü paşaların, akibetleri gerçekten incelenip, araştırılmaya değer bir meseledir.

3l Mart hâdisesine karışan isyancılar birer birer toplanarak, bugünkü İstanbul Üniversitesinin arkasında bulunan Bekir Ağa Bölüğü denilen hapishaneye atılıyorlardı.

Kocaeli'den İstanbul'a dönen Bediüzzaman'ı da, diğer mahkûmlarla beraber muhakeme edilmek üzere, Bekir Ağa Bölüğüne kapatmışlardı. Hem de ağır ceza alabilecek idamlıkların koğuşuna..

İşte Sultan II. Abdülhamid devrinin namlı paşalarından Kabasakal Mehmed Paşa ile genç Bediüzzaman, Bekir Ağa Bölüğündeki idam hücresinde karşılaşmışlardı.

Bu hatıra ve tesbitleri 3l Mart hâdisesinde idam mahkûmlarının celladı Hasan ismindeki bir zabitin hatıra notlarından okumaktayız.

 

Kabasakal Paşanın hapishaneye getirilişi

Bu notların başında "Kabasakal tevkifhaneye nasıl getirilmiş, nasıl muhakeme edilmiş, nasıl asılmıştı?" denmektedir.

Bu başlıktan sonra Cellat Hasan, notlarında şahit olduğu hâdiseleri şöyle anlatıyordu:

"İdam kararı mahkûmlara şifahen tebliğ edilmezken, Kabasakal'a mahkemede tebliğ ettiler. Kabasakal hiç beklemediği bu karardan sonra kendini kaybetti. Padişahtan irade bekliyordu.

"Bekir Ağa Bölüğüne geldiğimin ikinci günü idi. Yaşadığı zamanın meşhur bir hafiyesi Kabasakal Mehmed Paşayı araba ile getirdiler. Senelerce dediği dedik, emri emir olan bu adam, jandarmalar arasında Bekir Ağa Bölüğüne giderken bile saraya giden bir nazır gibi kemal-i azametle yürüyor, etrafa yukarıdan dürbünle bakar gibi bakıyordu. Paşayı kapıda biz karşıladık. içeriye girer girmez, bütün mevkuflar tecessüsle gözlerini istibdat devrinin bu meşhur hafiyesi Kabasakal Paşaya çevirmişlerdi.

"Koğuşa girer girmez etrafına bir bakındı. Getirildiği yeri pek benimsememiş, beğenmemişti. Muhteşem kalın halılarla örtülmüş müzeyyen odalarda yaşamaya alışmış olan bu meşhur hafiye, çıplak ve her türlü ve her sınıftan insanlarla dolu bu koğuşta biraz kendisini şaşırdı, etrafına hayretle bakındı. Sonra kendini topladı ve selâm verdi. Huzuruna çıkmak bile mümkün olmayan bu hafiyeye etraftan mukabele ettiler ve selamını aldılar. Bazıları daha da ileri gittiler:

"Vay Paşa Hazretleri, görüşmek nihayet burada mukaddermiş dediler. Koğuş o kadar kalabalıktı ki, burada paşaya bir yer bulmak mümkün olmadı. Kendisini aldık. Dış kapının sağ tarafında bulunan odaya götürdük. Çünkü bu odada kimseler yoktu. Burada, Doğu Anadoluya mektep yaptırmak için İstanbul'a gelen Bediüzzaman Said Kürdî yatıyordu.

"Bediüzzaman Şeyh Said, Kabasakal Mehmed Paşayı memnuniyetle karşıladı. Paşa azametle içeriye girdi. Hâlâ azametli tavrını bırakmış değildi. Bizlere uşakları nazarıyla bakıyor gibiydi. Fakat sonra yavaş yavaş hakikatle karşı karşıya kaldıkça kendini hâşâ küçük dağları ben yarattım havasında gören bu istibdat heykeli küçüldü, inceldi, vaziyetini anladı ve bir köşeye sindi.

"Ben onu senelerce devletin büyük işlerine karışmış, umur görmüş,incelmiş yüksek bir adam zannederdim. Ona mevkii ile mütenasip hürmette kusur etmiyordum. Halbuki bu debdebe ve haşmetin altında gizli olan, kaba ve iğrenç Kabasakal meydana çıkmakta gecikmedi. Hâlâ Türkçe öğrenememişti. Hâlâ kaba bir Çerkez şivesiyle konuşuyor, etrafına emir vermeye çalışıyordu.

"Bediüzzaman Şeyh Said onu teselli etmek istedi:

"Müteessir olmayınız Paşam, bu da geçer' dedi."

Kabasakal Paşa kesik, boğuk bir sesle cevap verdi:

"Evet, öyle, insanın başından herşey gelip geçer."

"Fakat bunu söylerken başından ip geçeceğini hiç aklına bile getirmemişti.

"Kabasakal Mehmed Paşa ilk geceyi, sakin ve sessiz geçirdi. Fakat aradan yirmi dört saat bile geçip de vaziyette bir değişiklik görmeyince, sinirlenmeye, asabî buhranlar geçirmeye başladı. Elinde bir tesbih, bir aşağı, bir yukarı geziyor, konuşmuyor; Şeyh Said'in teselli edici sözlerine baştan savma cevaplar veriyordu. Belli ki, vaziyetin vehametini hissetmeye başlamıştı. İkinci günün akşamı bayıldı. İçeri koştuk, kendisini ayıltıncaya kadar hayli zahmet çektik. O günden itibaren bir daha kendine gelmedi. Yatağının üstüne oturuyor, elindeki tesbihi çekerek kendi kendine bir şeyler söyleniyordu.

 

Paşa, Bediüzzaman'ın verdiği zeytinleri yiyordu

"Şeyh Said, bu koğuşta her gün zeytin ekmek yerdi. Kabasakal Paşa böyle bir yerde yaşamaya alışmadığı için, ne gelirken yemek getirmiş, ne de burada yemek getirmeye vakit bulmuştu. Fakat Kabasakal Mehmed Paşa geldikten sonra, Şeyh Said'in zeytin sarfiyatı birden bire kabarmıştı. Günde yüz dirhem (Bir dirhem üç gram) zeytinle iktifa eden Bediüzzaman'a şimdi günde bir okka (bin iki yüz gram) zeytin yetişmiyordu. Nihayet bu zeytini verirken sormaktan kendimi alamadım:

"Şeyh Efendi' dedim, 'ne çok zeytin yiyorsun?"

"Şeyh celalli bir tavırla yüzüme baktı. Derdini dökecek birisini arıyormuş gibi:

"Sorma' dedi. 'Benim yediğim filân yok, ben ancak üç dört tane yiyorum. Mütebakisini bu herif ziftleniyor!"

"Hayret ettim. Buraya gelinceye kadar, bu adam acaba zeytin nedir görmüş müydü? Belki rakı masasında parmak gibi büyük zeytinleri meze olarak kullanmıştı. Fakat böyle zeytin, ekmekle yaşamayı aklına getirmiş miydi? O vakit hatırladım. l903 senesinde 3l3 kur'asının terhisi esnasında terhis edilen efradı görmek üzere Haydarpaşa'ya gitmiş, vagonları birer birer gezmişti. Neferlere nezaret eden bir yüzbaşıyı peynirli pide yerken, elinden pideyi alarak yere atmış ve bağırmıştı:

"Böyle şey de yenir mi be herif, sende mide denilen şey yok mu?"

"Milletin halinden bu derece bîbehre olan bu mütekebbir Paşa şimdi zeytin ekmeğe de merhaba demeye mecbur olmuştu.

"Kabasakal Mehmed Paşanın muhakemesi süratle icra edildi. Divan-ı Harbe bir defa sevk edildi ve daha birinci celsede idam kararı verildi. İdam kararı o vakit mahkûmlara tebliğ edilmezdi. İdama mahkûm olanlar gece yarısı koğuşlarından alınır, bahçedeki inşaat koğuşuna götürülür, ertesi sabah erkenden idam edilirdi. Halbuki Divan-ı Harb, Kabasakal Paşa hakkında verdiği idam hükmünü kendisine bizzat tebliğ etti.

"Divan-ı Harpten çıktığı zaman rengi atmış, ayakları gevşemiş, yürüyüşünü şaşırmıştı. Kendisini aldık, doğru inşaat koğuşuna götürdük.

"Gece yarısı idama götürecektik. Gecenin kalın zulmeti kalkmış, etrafı hafif ve donuk bir aydınlık kaplamıştı. İstanbul derin uykuya dalmıştı. Benim için bu idam kararı vak'ası da yeni bir tecrübe olacaktı. İnsan asmak, adam öldürmek kolay bir şey değildi. Fakat vazifelerimden biri de bu idi. Hayatımda yaptığım işlerin belki de en fecisi bu idi. İlk gece bir kaç kişi asmıştık. Onların bende yaptığı tesir o kadar feci idi ki, yirmi dört saat kendime gelemedimdi. Ertesi günü idam işlerinden affedilmekliğimi rica ettiğim halde kabul edilmemişti. İkinci olarak da, Kabasakal Paşanın idamında bulunacaktım.

"Elimde beyaz gömlek, kelepçeler olduğu halde inşaat koğuşuna gittik. Paşa başı iki elleri arasında düşünüyordu. Bütün gece bu halde kalmış, uyuyamamış, hatta yatmaya bile lüzum görmemişti. Bizi görünce karşısında Azrail görmüş gibi yerinden sıçradı. biraz sendeledi, az daha düşecekti. Yanımdaki neferlerden biri koluna girdi. Paşa bir nefere, bir bana baktı.

 

Bediüzzaman, Kabasakal Paşanın mâneviyatını kuvvetlendirdi

"Aynı koğuşta olan Bediüzzaman Şeyh Said, Kabasakal Mehmed'e mâneviyatın kuvvetlendirici sözler söylemeye başlamıştı. İdamın hayatın sonu demek olmadığını, ölümün son demek olmadığını anlatıyordu. Birgün büyük hesap gününün mutlaka geleceğini, metin olması lâzım geldiğini ona telkin ediyordu. Ama Paşa ise sanki bunları hiç duymuyordu.

"Başını kaldıran Kabasakal Paşa, bize hitaben:

"Ne o evladım, beni de mi idam edeceksiniz?" diyebildi.

Bunu söylerken sesi titriyor, ayakları ispazmuza tutulmuş gibi sallanıyordu. Ölümü hiç düşünmemiş, Azrail'i aklına bile getirememişti. Sehpada ölmek onun aklına gelebilir miydi?

"Paşa bizim aldırmayıp kollarına kelepçeyi geçirmeye başladığımızı görünce:

"Bu saatte mi?' dedi. 'Yarını bekleyiniz gün olsun"

"Can ne kadar tatlı şeydir. Öleceğini biliyordu. Fakat bir kaç dakika olsun kazanmak istiyordu. Teselli etmeye mecbur oldum.

"Korkmayınız Paşam' dedim. 'Sizi, zabitan koğuşuna götürüyoruz, sehpaya değil.'

"Filhakika zabitan koğuşuna götürüyorduk. Fakat idama hazırlamak için zabitan koğuşuna girer girmez, Paşa işi anladı. Yalvarmaya başladı.

.......

"Kabasakal Mehmed Paşa asıldıktan sonra Bekir Ağa Bölüğüne bir korku havası çökmüştü.

"Ertesi gün ziyaret günüydü. Ziyaret günü bütün koridorlar baştan başa ziyaretçilerle dolardı. Onun için her mevkufu ayrı ayrı tarassut altında bulundurmak mümkün değildi. Maamafih umumî surette nezaret etmet vazifemizdi.

"O gün de Bediüzzaman Şeyh Said Kürdî'nin ailesi kendisini görmek üzere tam sekiz defa gelmişti. O günde münhasıran onlarla meşgul olmuştum. Yine Said Kürdî'nin ailesi, kendisini görmek üzere gelirken, kapı tarafından telaşlı seslerle çağrıldığımı işittim."

***

*Bekir Ağa Bölüğü (Hapishanesi) l950 senesinden sonra yıkılmıştır.

İstanbul Ansiklopedisi'nin uzun Bekir Ağa Bölüğü maddesinden kısaca bir nakilde bulunarak, bu meşhur hapishaneyi tanıtmaya çalışalım:

"Beyazıt'ta Yangın Kulesi'nin hemen yanı başında bulunan İstanbul Üniversitesi merkez binası, evvelâ Seraskerlik ve sonra Harbiye Nezareti iken ayni avlu-meydanda, bu binanın şimâlinde bulunan askerî tevkifhane binasına takılmış olan isimdir ki, bu adı ilk müdürü olan şiddet ve zulmü ile meşhur Bayındırlı Binbaşı Bekir Ağa'nın adından almıştır. Bu bina tarihimizde en acı hatırasını, ikinci meşrutiyet devrinde İttihad ve Terakki Fırkasının koca Türkiye İmparatorluğunu izmihlâle götüren diktatörlüğü zamanında bırakmıştır. o devrin Bekir Ağa Bölüğü tevkifhanesi müdürü olan Salim Bey de orta çağın engizisyon zindanlarını hatırlatacak bir sima olmuş, siyasî maznunlar üzerinde sık sık tatbik ettiği el ve ayak tırnaklarını sökme işkencesinden ötürü: "Tırnakçı Salim" diye şöhret bulmuştur.

Ansiklopedi Bekir Ağa Bölüğü ve orada yaşanılan hatıralarla ilgili olarak çeşitli kitap ve hatıralardan da bahsetmektedir.

3l Mart hâdisesinin Cellal Hasan'ın bizim elimizdeki bahisle alâkalı notları burada bitmektedir.

 

Mehmet Feyzi Efendinin anlattıkları

Rahmetli Mehmed Feyzi Ağabeyi vefatından altı ay evveline kadarki son ziyaretime kadar, muhtelif tarihlerde, muhtelif arkadaşlarla ziyaret edip, ellerini öperek, istifade edip, feyizyab olmuştum. Yalnız tek başıma ziyaretlerim de olmuştu.

Bu ziyaretlerimin birinde Mehmed Feyzi Ağabey şu hatırayı anlatmıştı: "Üstad Bediüzzaman genç yaşında uzun zaman kayıplara karışıp da bir haber alınamayınca babası Sofi Mirza Efendi, tâ Van'dan kalkarak İstanbul'a kadar evladı genç Said'i aramaya gelmişti. 3l  Mart'ın celladı Hasan'ın 'ailesi ziyarete geldi' diye bahsettiği şu şekilde olmuştu."

Genç Bediüzzaman, Bekir Ağa Bölüğünde hapis olduğu günlerde, iki zabit hiç bir sebep yokken gelip Bediüzzaman'a hakaret etmek istemişlerdi. Bu meseleyle alakalı olarak, Sikke-i Tesdiki Gaybî'de şöyle bir parça okumaktayız:

"Divan-ı Harb-i Örfide kendi idam kararımı beklerken, sebepsiz, kalbsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduğum koğuşa tahkir için geldikleri zaman, gayet acib bir surette söylediği o hâle mahsus bir şetmi (Daha sonraki senelerde Isparta hayatında) üç defa zalim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarfetmişti."

Bu hâdiseyle alakalı olarak Ahmet Tanyeli, merhum Zübeyir Gündüzalp'dan naklen şunları anlatmaktadır:

"Sıcak bir yaz günü, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi isimli eseri tashih ediyorduk, matbaaya basılmak için ulaşacaktı. Bu vesileyle Zübeyir Ağabey bizlere şunları anlatmıştı:

"Üstad Hazretlerini 3l  Mart'ta İstanbul Üniversitesinin altındaki bodruma (Bekir Ağa Bölüğü Hapishanesi) koymuşlardı. Oradaki koğuşlarda bulunan diğer mahkûmlara dayak atarlar ve işkence yaparlarmış. Onların sesleri her taraftan duyulurmuş. Bu arada Üstad Bediüzzaman'ın kapısı da açılarak, ona da hakaret ederek zulmetmek isterler. Üstad Bediüzzaman orada bulunan bir kürsüyü kaptığı gibi, kapıyı açan adamlara ve zaptiyelere karşı gök gürlemesi bir sesle: 'Ey ekbekül küpekadan tekepküp etmiş köpekler!' diye gürleyerek üzerlerine yürüyünce, genç Bediüzzaman'ın bu hücumu karşısında, adamlar ne olduğunu anlayamadan dehşet içinde kaçmışlar. Bir daha da taciz edememişler. Diğer mazlumlara da zulmetmekten vaz geçmişler"

Başka tesbitlerimde ise genç Bediüzzaman bu zalim zabitlere: "Defolun!" diye gürlemişti.

Ses Yok