Son Şahitler | Afyon Şâhitleri | 10
(1-17)

KEMAL BAYRAKLI

 

Bir günde Kur'ân okumayı nasıl öğrendi?

"Şâhitler'in Dilinden" birçok yerde olmakla birlikte, Bediüzzaman'ın yaşadığı yerlerde, sürgün olarak bulunduğu beldelerde daha çoktur. İşte bu yerlerden, bu menzillerden bir şehir de Afyon'dur. Burada belediyede sular idaresinde çalışan "Kitapçı Kemal" isimli zat, hatıralarını şöyle anlatıyor:

"Hoca Efendiden, Üstaddan mı bahsediyorsunuz? Yine yaramı deştiniz, hem de beni o mesut günlere götürdünüz. Yaramı deştiniz, çünkü Üstadın kıymetini bilemedim. Beni mes'ut ettiniz. Çünkü hayatımın en tatlı safhalarına bir kere daha götürdünüz. Allah razı olsun.

"Biz bir cinayete sebebiyetten dolayı hapse düşmüştük. Duyduk. Hoca Efendi de hapismiş. İlk fırsatta ziyaretine gittim. Beni görünce yüzüme karşı tebessüm etti ve 'Behey Çilin oğlu, namazın farzını terk edersin, işte ondan sonra da cinayet suçuyla hapse düşersin, değilmi?'(*)

diye beni taltif etti. Ben hicap ettim ve kalbimde Hocaya karşı müthiş, beni yakan bir muhabbetle ayrıldım. Üstad beni adeta mestetmişti. Derken, bir gün Üstada giderek, 'Hocam, ben namaz kılacağım, lâkin Kur'ân okumayı bilmiyorum' dedim. 'Peki' dedi, 'Haydi abdest al ve gel,' Hemen abdest aldım ve geldim. 'Haydi git, Halil İbrahim (Milâslı H.İ.Çöllüoğlu) sana Kur'ân'ı öğretsin' dedi. Ben gidip durumu Halil İbrahim'e anlattım, o da hemen öğretmeye başladı. ikindiye kadar harfleri, başta, ortada ve sonda yazılı şekillerini izah etti.

"Sabahleyin kalkınca gayr-i ihtiyari Kur'ân-ı Kerimi elime alıp başladım okumaya: "Elif lâm mim, Zâlike'l-kitabü lâ raybe fîhi...'

Bana birşeyler oluyordu. 'Acaba kafayı mı oynatıyorum?' diye doğruca Halil İbrahim Hocayı gidip uyandırdım. 'Hocam, hocam kalkar mısınız? Bana birşeyler oluyor' 'Ne var?' dedi ve evvelk okuduğum yeri başladım tekrar etmeye. Hayret  ederek 'Yahu, sen Kur'ân okumayı öğrenmişsin. Haydi sen devam et okumaya' dedi. İşte böylece Hoca Efendinin himmetiyle bir günde Allah bana Kur'ân okumayı ihsan etti.

 

"Üstada eziyetin cezasını bütün şehir gördü"

"Üstad Hazretleri kalabalıktan sıkıldığı ve ibadetini de istediği gibi yapamadığı için, onu tek kişilik bir odaya almışlardı. Onların maksadı belki de Üstadla mahpusların görüşmemesini temindi. Her ne ise, Kim bilir ne düşündüler, Üstadı odasından diğer mahpusların içine aldılar. Güya müddeiumumî diyesiymiş: 'Said Nursi'nin diğer mahpuslardan ne farkı var? O neden tek kişilik bir odada kalsın?'

"Üstad müteessir olarak 'Bunlar görecekler. Öyle şiddetli bir soğuk olacak ki, bunlar lağımlar içinde kalacaklar.'

"Aradan çok geçmedi. Bir gece çok şiddetli bir soğuk, ortalığı kastı kavurdu. Bütün çeşmeler gibi, yer altındaki lağım menfezleri de tamamen dondu. Afyon etrafındaki yakın köylerde böyle bir hal yok. Sadece Afyon vilâyeti dahilinde imiş bu hal. Biz hapistik, haliyde çıkıp göremedik. Halkın kanaati şu: 'Yine mutlaka Hocaya birşeyler yaptılar.' Bunun hapishane alâkalıları da hissetmiş olacaklar ki, Üstadı eski odasına almak istediler. Üstad evvelâ razı olmadı. 'Kardaşlarımla beraber kalmak istiyorum' dedi. Ama biz doğruca giderek Üstadın odasına bir divan çaktık. Soba kurduk ve Üstad bu odaya tekrar teşrif ettiler. Hapiste çakı bile bulundurulmazken bizim divan yapacak aletleri bulabilmemiz hapisteki durumumuz hakkında size bir bilgi verir zannederim. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, tatlı bir rüzgâr buzlar altında kalan Afyon'u eritti. Ama onun peşinden Afyon lağımlar altında kaldı. Donda patlayan lâğım borularından, eriyen pis sular fışkırmaya başladı. Bizim hapishanenin alt katı zeminden aşağı da olduğundan, lağım suları ile tamamen doldu. Yatakları tahliye ettikse de su seviyesi gittikçe artıyordu. Halil İbrahim Hocaların yataklarına doğru ilerleyen pis sulara, eski yatak ve yorganları set yaparak mâni olduk. Hem şehir, hem de hapishane fena koku ve lağım sularından bir haftada zor temizlendi.

"Hoca Efendi beni severdi. Şimdi teberrüken mescit olarak kullanılan odasına gittimiz zaman, Üstadın yazmış olduğu parçaları alır. Hüsrev Hocaya ulaştırırdık. O hemen yazardı. Yazılanlar kısa zamanda diğer talebeler tarafından çoğaltılıp son olarak bana gelirdi. Ben de ciltlerdim ve oradan sevk ederdik. Ben hapisten evvel kitap ve cilt işleri ile meşgul olduğum için, âletlerimi içeri sokmaya müsaade ettiler Elhamdülillah, böylece, Risale-i Nur'lara cüz'i de olsa hizmet etmiş oldum.

"Biz Üstad Hazretleri ile çoğu zaman görüşsek de, diğer talebeleri gibi çoğu hallerine muttali olmamız mümkün değildi. Şiddetli soüğuklarda sobasız odada bulundurmak, öldürücü zehirler vermek gibi durumlara zaman zaman vâkıf olurduk. Üstadı ızdırap içinde gördüm. Kim bilir, hangi eza ve cefanın hemen peşi sıra idi? Acip bir gün ve acip bir kış. Semâda bir homurdanma vardı sanki. Herkes bu hali hissetmişti. Sabah olunca bahçede dalga dalga lekeler. Adeta kan rengi. Karı enine doğru incelediğimizde sabaha kadar hep böyle yağdığını, lekelerin üzerini kaplayıp; daha sonra tekrar tekrar lekeler meydana gelmiş olduğunu hepimiz müşahade ettik."
--------------------------------
(*): Babamın lakabı "Çil"dir. Üstadla birlikte esir düşmüş. ama ilk zamanlarda fırsat bulun kaçmış. Çocukluğumda "Bediüzzaman" diye üstadın kahramanlığını, velâyetini ve büyük şahsiyetini sitayişlerle anlatırdı. Üstadın bana iltifat etmesinin bir sebebi de bu olsa gerekti. Üstadın ilk anda, benim kimin oğlu olduğumu, namaz kalmadığımı ve hapis musibetinin zahiri sebebini keremetkârane söylemesi bende çok derin izler bırakmıştı

Ses Yok