İBRAHİM ARMAN
Afyonlu İbrahim Arman l944 yılında Ankara Hukuk Fakültesinde okurken hocasını öldürdüğü için hapse girdi. l950 Menderes döneminde çıkarılan afla idamdan kurtuldu. 60 ihtilâlinin akabinde çıkarılan bir afla da serbest bırakılan Arman, yaklaşık l7 sene hapiste yattı. l948 senesinde Afyon hapsinde Bediüzzaman hazretleriyle görüşme şerefine nail oldu.
"Üstadı Afyon hapishanesine göndermişlerdi. Ben de orada idim. Savcı, beni seviyordu. Üstad için, 'Bunu bir kişilik bir odaya kapayacağız' dedi. Ben de 'Peki' dedim. Hocayı bir kişilik bir odaya kapattılar, anahtarlarını da bana verdiler.
"Hocanın yemeğini ben veriyordum. 'Bunun odasına kitap, kalem, kâğıt ve ziyaretçi sokmayacaksın' dediler. 'Olur' dedim. Kendisine götürdüğüm ekmekleri belki yetmiş parçaya bölüyor, birazını kendine alıyor, geri kalanını da 'İbrahim kardeşim bunları talebelerime götür' diyordu. Ben bu duruma çok hayret ediyordum.
"Mahkeme zamanı geldiğinden birgün önce beni yanına çağırarak, 'Bugün avluda dolaşırken duvar diplerinde gezinme' dedi.
"Ben merak etmiştim. Fakat kendisine nedenini sormadım. Said Nursi ve talebeleri mahkeme saati geldiğinde mahkemeye gittiler. Onlar hapishaneden ayrıldıktan sonra bir zelzele oldu. Avluda gezinen birkaç kişinin saçaklardan düşen kiremitlerle yaralandığını gördüm.
"Burası mescid mi?"
"Öğle vakti geldiğinde-bunu mahkemeye gidenler anlatıyor-Hüsrev Altınbaşak mahkeme koridorunda ezan okuyor. Hâkim ve savcı 'Burası mescit mi yahu?' diyerek kızgınlıklarını belirtiyorlar. Bediüzzaman bu sözlere aldırmadan talebelerinin önüne geçerek onlara namaz kıldırıyor.
"Aradan birkaç gün geçtiğinde Afyon'un zenginlerinden Tuzcu Avni isminde bir arkadaş Bediüzzaman'a bir yün yatak, bir yün yorgan ve bir tane de halı gönderdi. Ben kendisine bunu söylediğimde, Bediüzzaman, 'Sağolsun, ben hediye kabul etmediğim için bu hediyelerini kabul edemeyeceğim' dedi.
"Savcı Üstadın elini öptü"
"Said Nursi'nin sırtında beyaz bir cübbesi vardı. Yorganı da, yatağı da o idi. Koğuşta tek başına kalıyordu. Savcının tenbihi üzerine kâğıt, kalem veremiyordum.
"Günlerden Ramazan Bayramıydı. Savcıyla Müdür Otpazar Camiine bayram namazı kılmak için gitmişlerdi. Camiye vardıklarında bakıyorlar ki, Bediüzzaman en ön safta oturuyor. Namazdan sonra kapının iki tarafına durarak Hocayı beklemeye başlıyorlar. Nihayet herkes çıkıyor, fakat bir türlü Bediüzzaman'ı kapıdan çıkarken göremiyorlar. en son camiin imamı çıkarken soruyorlar, içeride başka kimse var mı diye. İmam, içeride hiç kimsenin olmadığını söylüyor.
"Bu şaşkınlık üzerine ikisi de cezaevine geliyorlar. O sıra ben yatıyordum. Gardiyan, 'Koş İbrahim seni Savcıyla Müdür çağırıyor' dedi.
"Ben koşa koşa gittim, Hocanın kapısı önünde beni bekliyorlarmış. Bana kızgın kızgın 'Aç şu kapıyı' dediler.
"Kapıyı açtım, Bediüzzaman, elinde tesbih cübbesini önüne almış oturuyordu. Bana kızan Savcı önce gitti elini öptü, arkasından da müdür elini öptü. Ondan sonra müdür bana 'Hocaya herşey serbest, ziyaretine gelenleri yanına al' dedi.
"Ben şaşırmıştım, fakat bunun nedenini müdüre bir türlü soramadım. Çünkü herşeyi yasak ettikleri bir adama, birden herşeyi serbest etmeleri beni bir hayli düşündürdü. Aradan birkaç gün geçmişti, ben müdüre bunun hikmetini sordum. Müdür bana, 'Kardeşim, biz onu bayram namazında camide gördük. Fakat buraya geldiğimizde onu koğuşunda bulduk. İşte bu yüzden ona hürmet etmeye başladık' dedi. (Müdürün adı, Uşaklı Mehmet Bey)"
***
Bisküvi bereketi
"Said Nursi'nin odasında devamlı yanında taşıdığı bir sepeti vardı. Sepetinde bir kiloya yakın bisküvi vardı. Bayramda gelenlere sepetin içine bakmadan herkese bisküvi ikram ederdi. Aylarca o sepetteki bisküvi bitmedi. Yiyeceği ekmeğin bir kısmını yer, geri kalanını da yanına gelen kuşlara ve farelere verirdi.
"Çok az ekmek ve birkaç tane zeytinle iktifa ederdi. Dışarıdan çok güzel yemekler gönderirlerdi, ama o bunların hiçbirini kabul etmezdi. Kesinlikle hediye namına hiç birşey kabul etmezdi. Kıyafeti düzgün ve sade idi. Sakalı yoktu. Saçları uzun ve bakımlı idi. Bir usturası vardı, onunla tıraşını olurdu. Hapishanede ustura gibi kesici âletler yasak olduğu halde, ona serbest edilmişti.
Çözülen kelepçeler
"Bir gün yine mahkemeye giderken jandarma onbaşısı ellerine kelepçe vurduruyor. Birkaç adım gittikten sonra kelepçeler çözülerek yere düşüyor. Başçavuş, 'Kelepçeleri neden sağlam bağlamadın?' diye onbaşıyı dövüyor. Bu sefer başçavu, Said Nursi'nin eline kelepçeleri kendisi takıyor. Fakat aynı hadise cereyan ediyor. Ondan sonra da kelepçe vurmaktan vazgeçiyorlar. Diğer talebeleri kelepçeli, o kelepçesiz bir vaziyette mahkemeye gidiyorlar.
"Yine birgün ceza evinde bıçak araması yapılacaktı. Ben Bediüzzaman'a haber vermeye gittim. Baktım ki, kitap okuyor. Yanında da bir sürü kitap var. 'Eyvah!' dedim, savcı gelirse 'İbrahim sana itimat ettik de anahtarını verdik bunun yanında bu kitaplar ne?' derse diye düşünmeye başladım.
"Arama sırası Bediüzzaman'ın odasına gelince çekine çekine odasını açtım. Gerçi savcıdan korkmuyordum, ama mahcup olmaktan çekiniyordum. Açtıktan sonra birde ne göreyim, yanında hiçbir kitap yok."