Son Şahitler | Emirdağ Şâhitleri(II) | 15
(1-75)

HAFIZ NURİ GÜVEN

 

1913'te Bozöyük'te doğdu. Yedi yıl Emirdağ Çarşı Camiinde imamlık yaptı.

 

Bediüzzaman'ı görme bahtiyarlığı

Sıcak bir Ramazan gününde, Bitlisli bir dostunun gayretleriyle Pendik'te, Sakarya Oteli sahibi Hafız Nuri ismindeki zatı arıyorduk. Başka adreste sorduğumuz ak saçlı, ak yüzlü ihtiyar bir adam, sorduğumuz zatın kendisi olduğuna işaret ederek; bizi içeriye, geniş bir odaya davet etti. Meğer bilmeden, aradığımız zatı kendisinden sormuşuz.Yedi yıl Emirdağ Çarşı Camiinde imamlık yapmıştı. On yılın hatıralarıyla doluydu. Anlattıkça anlatmak istiyordu:

"1947'yi 48'e bağlayan zamanda Bozöyük'ten, güzel koyunlarıyla bildiğimiz Emirdağ'a hayvan ticareti için gitmiştim. Hocamın ağabeyi olan Gönenli Hafız Ahmed Hoca'da misafir olarak kaldım.

"İşte o mesut zamanda, Bediüzzaman'ı görmek bahtiyarlığına erdim. O günlerde zaten her akşam rüyada görüyordum, görüşüyorduk, kitabını okuyordum. Bir hafta kadar görüşebilmek için bekledim. Türkiye'nin, dünyanın her tarafından ziyaretçileri geliyordu. Pek azı ile görüşüyordu, zaten hepsiyle görüşmesi maddeten imkânsızdı.

"Bir sabah namazından sonra yine evine gittim. Orada Zübeyir Gündüzalp'i gördüm. İki kişi daha görüşmek için bekliyorlardı. Birisi yaşlı, diğeri ise otuz beş yaşlarındaydı. Gelenlerden birisi daha sonraki zamanda oğlunda misafir olarak kaldığım Kadınhanlı Hafız Mehmed Âsaf, diğeri ise Kütahyalı Hafız Hüseyin idi.

 

Üç cenaze namazı

"Ziyaretine giderek ellerine kapandık. 'Kardaşım' diye hitap ediyordu. Aynen rüyamda gördüğüm gibi, bana bir risale verdi. 'Gençsin, kitap yeni yazı ile yazılmıştır' dedi. On beş-yirmi dakika kadar yanında oturduk. 'Vazifem vardır, sizi üç hafız olduğunuz için kabul ettim' demişti. Diğer ziyaretçi arkadaşların da hafız olduklarını o zaman öğrenmiştim. Bana Çarşı Camiide vazife veriyorlardı. Ben ise kabul etmiyordum. Sonraki ziyaretimde bunu öğrenmiş, 'Neden reddediyorsun? Kabul etmiyorsun? Sana verilen vazifeyi kabul et! Sonra iyi olmaz' dedi. Bunun üzerine vazifeyi kabul ettim ve asil olarak ben tayin edildim. Gönenli Hafız Hoca da zaman zaman ava gittiği için vazifeyi ihmal ediyormuş. Burada uzun zaman vazife yapmıştım. Bu yıllar içinde, tam yedi senede, Bediüzzaman üç defa cenaze namazına geldi. Bunlardan birisi 1949'da üç hava şehidinin cenaze namazı, diğeri de otuz dokuz sene müezzinlik yapan, yaşlı Murad Hocanın cenaze namazı idi.

 

"Hastahane ile âlâkadar olurdu"

"Adaçalı mevkiinde tepedeki mezarların başında dua ederdi. Sağlık Merkezi Koruma Cemiyeti kurarak bir hastahane yaptırmıştır. Orası ile de alâkadar olur, dua eder, teveccüh ederdi. Bana, 'Senin ilminden başka ihlâsın ve halka tesirin var' diye iltifat ederdi. Boya götürmüştüm. Küçük bir krem kutusunda bozuk paraları vardı. Buradan bana yirmi beş kuruş vermişti. Bu parayı bizim hanım aziz bir hatıra olarak hâlâ saklamaktadır.

"1950 Ramazan'ında otuz gün camiye, teravih namazına geldi. Afyon hapsine girdikleri zaman evin anahtarını bana vermiş, anahtar bende kalmıştı.

"Emirdağ'da çok çalışıyorduk. Kaymakam ve müdde-i umumî dahil, hep Kur'ân dersi veriyordum. Emirdağ bana çok bağlıydı. Zamanlarımız hep kudsî hizmetlerde geçiyordu, istihdam ediliyordum. Üstadın 'Senin vazifen var' sözü tecellî ediyordu. Rüyalarımda bile ders veya ikaz ederdi. Kitapları da yağmurdan böyle bir ikaz üzerine kaldırıp sakladım; yoksa kitaplara yağmur yağdığının farkında bile değildim. Ziyaretlerimde yalnız olunca yatağının kenarında otururdum. Simasına gayet rahat bakardım, o heybetli gözlerinin tesiri altında kalırdım. Hapishanede verdikleri zehir, sol göğsunun altında yara olarak toplanmıştı, onu da göstermişti.

"Evinde iki kedisi vardı. Kendisi Afyon Hapishanesine atılınca, o kedilerden birisi hiç yemek yemedi, yediremedik, açlıktan öldü.

"Her sabah Hazret-i Ali'nin duası Celcelûtiye'yi okuyordu. Yalnız huddamların geldiği kısmı okumadığını göstermişti. Birgün, Alaşehirli olan Nevzat isimli müdde-i umumî Ankara'nın verdiği emir üzerine, ifadesini almaya gelmişti. Hürmetle Üstadın elini öperek girdi, oturdu. Üstad, 'Kardaşım, bir kürsü getirin' diye kendisini bir sandalyeye oturttu.

 

"Vazifenizi yapın, ücret beklemeyin"

"Bir defasında köpekle kedilerin mukayesesini yapmıştı. 'Köpeğe bir dilim ekmek verin, size bağlanır, mutlaka borcunu ödemeye çalışır. Halbuki kediyi çok sevdiği ciğerle besleseniz bile, hiç aldırmaz, nankörlük yapar, size minneti ve borcu olmaz. Siz de işinizi, vazifeniz olduğu için yapın, ücret beklemeyin.'

"O zamanlar uyku diye birşey bilmezdim. Yirmi bir köye cami yaptırmıştım. Vazifeli olup, istihdam edildiğimi sonraları anladım.

 

Mis gibi

"Ben inanıyorum ki, dünyada ondan daha temiz bir insan yoktur. Ondan daha temiz bir insan görmedim ben. Dünyadaki miskler onun gibi değildir, o daha da güzel ve temizdi. Evine girdiğimiz zaman mis gibi bir koku sizi sarardı. Eksişehir'de Yıldız Oteline gelip kalırdı. Beni çağırtırdı.

"Emirdağ Sağlık Merkezi yapılırken, Üstad bana, 'Arazi sahiplerinin gönlünü al' demişti. Üstadın da iştirak ettiği iki cenaze namazından Murad Hocanın ve hava şehitlerinin namazlarını ben kıldırmıştım.

"Bir defasında bizi Tez Dağlarına davet ederek, orada çay ve pirinçli kabak yemeği ikram etti. Hayatta öyle lezzetli yemek yediğimi bilmiyorum, o yemeğin tadı hâlâ damağımda durur. O kırda, Dr. Tahir, Terzi Sadık, Zübeyir, Terzi Raşid hep beraberdik.

 

Üstadın namaz kılışı ve hususi halleri

"Boyu uzunca sayılırdı. O uzun boylu adam, namaza durduğu vakit sanki küçülürdü. Belki beş dakika namaza durması sürerdi, çok heybetli, haşmetli ve haşyetli bir şekilde namaza dururdu. 'Allah bana geçim kaygısını vermedi' derdi.

"Son zamanlarda yanında radyo bulundurur ve dinlerdi. Konya'dan Halıcı Sabri kendisine bir taksi gönderdi, fakat kabul etmedi. Eğer kendisine verilenleri kabul etseydi, dünyanın en zengin adamı olurdu.

"Muhteşem bir hafızası ve çalışması vardı. Dört yüz sayfalık bir kitabı akşam alır, sabaha kadar düzeltir, tashih eder ve tamamlardı. Emirdağ'da işlerini en fazla Zübeyir yapardı. Kendileri Afyon Hapishanesinde iken, Ramazan'da mukabele için beş-altı çocuk gelmişti. Evin anahtarı bende olduğundan, çocukların evde kalması için haber göndermiştim. 'Derhal yatırsın' demiş, çocukları kendisinin evinde misafir

etmiştik.

"Tığ gibi bir insandı; dağlara çıkarken biz arkasından ulaşamazdık. Kendileri seksen yaşlarında, ben ise otuz beş yaşlarındaydım. Ona rağmen arkasından yetişemezdim, belki yüz metre önden çıkardı o yüce dağlara.

"Saçları uzundu, kendisini hiç sakallı görmedim, her zaman ustura ile ayna karşısında traş olurdu. O kadar güzel kokardı ki, o kokuyu hiçbir yerde görmedim.

"Camiin müezzini olan Mübarek Murad Hoca, Üstaddan çok korkardı ve çekinirdi. Bir Kadir Gecesi tesbih namazı kıldırmıştım. Murad Hoca namazı bilemediği için ön taraflara gelmişti. Üstadın namaz kıldığı üstteki settareli yerden, öğleyin bıraktığı kibriti almıştı. Üstad hiçbir şey demeden cebinden yirmi beş kuruş kendisine verdi. 'Kendine bir ecza (kibrit) al' dedi.

"Teravih namazını biraz daha ağır kıldırmamı söylemişti. Kendisi Fatiha'yı ancak zorlukla bitiriyormuş, ben rükûa gidiyormuşum. Teravihte cemaat da çok oluyordu. Üstad cemaatin çok olmasnıdan memnun olarak şunu söyledi: 'Kesret-i cemaatte, vâcip olan sehiv secdesi bile affediliyor. İnşaallahu Teâlâ Allah affeder. Okumayı biraz ağırlaştır ki, cemaat Sübhanek'yi okuyabilsin.'

"Meşrutiyet yıllarında basılmış bir kitabı eskilerden beri bendeydi, saklardım, onu kendisine getirdim. Çok memnun oldu ve çok sevindi.

"Zaman zaman başına kına yakardı."
 

"Cemaat içinde bir veli olduğunu unutmuşsun"

Hafız Nuri Güven Efendiye namaz meselesiyle alâkalı olarak Mustafa Sungur Ağabeyimin sorduğu bir hususu sorunca, mezkûr meseleyi anlattı. Sungur Ağabey ise, meseleye şahit olan, bizzat dinleyen bir kimse olarak şunları ifade etmektedir:

"Hazret-i Üstadımız 1951 senesi Ramazan'ında teravih namazını Emirdağ Cami-i Kebir'de kılmıştı. Cemaatte, yanında bazen bendeniz de bulunuyordum. Hemen Fatiha'yı okumaya başlardı. Daha Fatiha'yı zor bitirir bitirmez, imam rükûa giderdi. Bayramda, teravihi kıldıran imam Hafız Nuri Güven ziyarete gelmişti. Hatırımda kalan ve asla unutmadığım, 'Kardaşım, arkanda, yani cemaat içinde, İyyake na'büdü diyebilen bir veli olduğunu unutmuştun' veya 'düşüneli idin' gibi bir cümle söyledi.

"Kat'î bildiğim: 'Arkanda İyyake na'büdü diyebilen bir veli olduğunu düşünmeli idin, ' veya başka söz, 'Arkanda İyyake na'büdü diyen bir veli olduğunu kat'î işittim." *

Hafız Nuri Güven Üstadla son görüşmesini şöyle anlattı:

"Son olarak Isparta'ya, Üstadla vedalaşmaya gitmiştim. Artık imamlıktan da ayrılmak istiyordum. Başka işlerim vardı, onları takip etmek istiyordum. Isparta'ya, Üstada benim vazifeyi bırakmamam için arkadaşlar gitmişlerdi. Üstad da, 'Vazifeyi bırakmasın, ayrılmasın' diye haber göndermişti. Ben de Üstadın hatırı için bir müddet daha vazifeye devam ettim."



* İyyâke bahsiyle alâkalı olarak Ayetü'l-Kübra'ya bakmak lâzımdır.

Ses Yok