ÂKİF ARIÖZSOY
"Üstadım Bediüzzaman Emirdağ'a teşrif ettikleri zaman ben ilkokul muallimiydim.
"Birçok defalar Üstadı ziyaret edip, ellerini öpüp, dualarını aldım. İlk ziyaretim ve onu görmem vasıtasız oldu. Nur'ların hizmetine katılışım çok pervasızca olmuştu. Bu yüzden çeşitli ve heyecanlı badireler yaşadım. Aradan uzun yıllar geçti. Hatıralarımın silsile ve heyecanını şimdi kaybettim.
"Ben Nur'larla meşgul olmaya başladıktan sonra Üstad, benim köyüm olan Asar'a (Hisar) gelmişti. Otomobiliyle talebeleriyle beraberdi. Pek çok müteassis olmuştum. Bayram, Hüsnü ve Mustafa vardı. Üstad benim meşguliyetimi biliyordu. Bu münasebetle Asar içinde bir yeri göstererek, 'Sen Risale-i Nur'un inkişafına sebep olacaksın' diyerek iltifat ederdi.
"Onun hocası var"
"Bir gün Emirdağlı hocalarına ekseriyette bulunduğu bir meclise girmek lazım geldi. Bir ara onlardan birisi beni kasteredek; 'Onun hocası vardır. O da ondan ders alıyor' diye beni kınamıştı. Onlardan birisi, 'Biz de Bediüzzaman'ın okuduğu kitapları okuyoruz. Onun söylediklerini söylüyoruz. Ne diye halk onun peşinden koşuyor anlamıyoruz' dedi. Onlar, 'Biz de Bediüzzaman'ın bildiklerini biliyoruz' deyince ben hemen atıldım; 'Efendim, müsaade ederseniz küçük bir sorum var,' dedim. 'Sorun' dediler. Onlardan en ehemmiyetlisi Hamza Hacılı'dan Cafer Hocaydı.
"Efendim, dünya yuvarlak mı, dönüyor mu?' diye onlardan sordum.
"Onlar birkaç saat çeşitli yorumlar, teviller, izahlar yaparak 'Dönmüyor' dediler. Sonra bana dönerek, 'Senin hocan ne diyor?' diye sordular. Ben de benim hocamın dünyanin yuvarlak olduğunu ve döndüğünü söylediğini, Risale-i Nur'dan hatırımda kalan bahsi söyleyince sustular. Onlardan biri daha sonra Üstadla görüşüp menfi kanaatlerini değiştirmişti.
"Bediüzzaman'la uğraşmaktan vazgeçin, size atomun sırrını öğreteyim"
"Üstadın tarassut ve hapis zamanlarında devletin çeşitli mevkilerine telgraf çektim. Bunlardan genel olarak Üstadın serbest bırakılmasını, Risale-i Nur'un Kur'ân'ın hakikî bir tefsiri olduğunu, buna yalnız Türkiye'nin değil, bütün dünyanın muhtaç olduğunu, okullarda ders kitabı olarak okutulmasını istemiştim.
"İsmet Paşaya ise 'Bediüzzaman'ı serbest bırakın, size atomun sırrını öğreteyim. Yoksa atomu kafanızda patlatırım! şeklinde telgraf çekmiştim.
"Milli Eğitim Bakanlığına da, 'Bu kâinatın esrarı içinde insanların, beşeriyetin ahiret hayatı nasıl kurtulacak?' mânâsında bir telgraf çekmiştim.
"Yine İsmet Paşaya Risale-i Nur'un mekteplerde okutulması talebimi telgrafla bildirmiştim.
"Bu telgraflarım neticesinde, bana çok zulüm ve eziyet ettiler. Hattâ yanan sobaya oturtmuşlardı. Afyon'da Isparta Otelinde beni polisler alıp götürdüler. Sırasıyla emniyete, milli eğitim müdürlüğüne, oradan da doktora havale ettiler. En sonunda sorgu hakimliğine getirdiler. Ağır ceza savcısının elinde benim çektiğim telgraflar vardı. Savcı, 'Said Nursî'yi tanıyor musun?' diye sordu. Ben de 'Evet' dedim. Savcı sorgulamasına devam etti.
"Talebe misin?'
"Evet.'
"Halen, Risale okuyor musun?'
"Evet.'
"Evinde de var mı?'
"Evet.'
"Bu telgrafları sen mi çektin?'
"Evet.'
"Peki, söyle bakalım, atomun sırrı nasılmış?'
"O sizi alâkadar etmez. '
"Bu cevabım üzerine adam hiddetle 'Peki, kimi alâkadar eder?' dedi. Ben de cevaben, 'Bu mesele devleti, profesörleri, uzmanları ve mühendisleri alâkadar eder' dedim.
"Beni beş gün kadar nezarete attılar. Bu arada çok da dayak çektiler. Bazen öldü diye bırakıp giderlerdi.
"Bir ara Emirdağ'da da buna benzer bir hadise olmuştu. Beni yine doktora da sevketmişlerdi. Mahkemede beraat ettim. Bu hadiseden sonra, Üstada uğramıştım. Üstad beni tesellî etti. 'Ben de bir zamanlar senin gibi şefkat tokatları yemiştim' dedi.
"Üstad bazı sohbetlerinde de, İkinci Cihan Harbinden sonra, beşeriyetin ahiret saadetini arayacağını hissettiğini söylemişti. Finlandiya, Almanya gibi bazı Avrupa devletlerinde bazı hatiplerin İslâmiyeti kabul edeceklerini söylemişti."