Küçük Sözler | Yedinci Söz | 40
(37-44)

Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessâsa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def’edip peşimdeki yolculuğu men’edecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem!.. Tâ Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin.”

İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçare asker ise, sensin ve insândır. Ve o arslan ise, eceldir. Ve o darağacı ise, ölüm ve zeval ve firaktır ki: Gece gündüzün dönmesinde her dost vedâ eder, kaybolur. Ve o iki yara ise, birisi müz’ic ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri, elim, nihayetsiz bir fakr-ı insânîdir. Ve o nefy ve yolculuk ise, Alem-i Ervahtan, rahm-ı mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, Haşirden, Sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve o iki tılsım ise, Cenâb-ı Hakk’a îman ve âhirete îmandır.

Evet şu kudsî tılsım ile ölüm; insân-ı mü’mini, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna, huzur-u Rahmân’a götüren bir musahhar at ve burak sûretini alır. Onun içindir ki: Ölümün hakikatını gören kâmil insânlar, ölümü sevmişler.

Ses Yok