Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmi beş bin senelik (Hâşiye-2) bir mesafede, bir senede gezdiğim ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o dâire-i azîmeye hakîki mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dâirelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz Güneşi îcad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hik-metle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve ni-hayetsiz kudret sende varsa, bana rubûbiyet da’va et, yoksa haydi Cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum.
Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcûdât, zerrelerden yıldızlara ve Güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti ve müsahhardırlar. Bir ağa-cı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca Güneşi, seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mut-lak’tır.”
Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, Güneşe kalbin-den der ki: “Bu çok büyük bir şeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım. Yeri de müsahhar ederim.” Güneşe şirk nâmına ve şey-tanlaşmış felsefe lîsaniyle, Mecusilerin dedikleri gibi der ki: “Sen bir sultansın, kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf eder-sin.” Güneş ise, Hak nâmına ve hakîkat lîsaniyle ve hikmet-i İlâhîyye diliyle ona der: “Hâşâ yüz bin def’a hâşâ ve kellâ!.. Ben müsahhar bir me’murum. Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdârım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakîki mâlik olamam.
----------------------------(Hâşiye-2): Bir dâirenin takriben nısf-ı kutru, yüz seksen milyon kilometre olsa; o dâire (kendisi) takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.