hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaşacak, hikmetli, kudretli iki ma’nevî elin var-sa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri îcad edecek kemâl-i intizam ve hikmetle tâmir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa, hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan Küre-i Arzı elinde tutup mûcid olabilirsen, bana rubûbiyet da’va et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.
Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i Ehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olma-yan ve bütün eşyayı, bütün şuûnatiyle birden görmiyen ve ni-hayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sâhib olamaz ve müdâhale edemez.”
Sonra o müddeî gider. “Belki Küre-i Arzı kandırıp orada bir yer bulurum” der. Gider, Küre-i Arza (Hâşiye-1) yine esbâb nâmına ve tabiat lîsaniyle der ki: “Böyle serseri gezdiğinden, sâhibsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise, sen benim olabilirsin.” O vakit Küre-i Arz, hak nâmına ve hakîkat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sada ile ona der ki: “Haltetme... Ben, nasıl serseri, sâhibsiz olabilirim? Benim elbi-semi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi inti-zamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki, bana sâhibsiz, serseri dersin.
-------------------------------------(Hâşiye-1): Elhâsıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamraya havale eder. Küreyvât-ı hamra onu hüceyreye, hüceyre dahi, beden-i insana; beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat enva’ından dokunan arzın gömleğine, arzın gömleği dahi Küre-i Arza, Küre-i Arz onu Güneşe, Güneş ise bütün yıldızlara havale eder. Herbiri der: “Git, benden yukarıdakini zabtedebilirsen sonra gel benim zabtıma çalış. Eğer onu mağlub etmezsen, beni ele geçiremezsin.”
Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremiyen, birtek zerreye Rubûbiyetini dinletemez.