Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevab verdiği halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekaya âid hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakîkatlar lîsanları ile edilen ve arşı ve ferşi çınlatan duâlarını işitmemek ve o hadsiz hukuku zâyi’ etmek ve sinek kanadının intizamı şehâdetiyle, sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakîkatların bağlandıkları insanî isti’dâdatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o isti’dâd ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakîkatlarını bütün bütün israf etmek öyle bir haksızlıktır ve imkân hâricinde ve zalîmane bir çirkinliktir ki; Hak ve Hafîz ve Hakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine şehâdet eden bütün mevcûdât onu reddeder. Yüz derece muhâl ve bin vecihle mümtenidir derler.
İşte biz Hâlıkımızdan haşre dâir sorduğumuz suâle, Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm isimleri cevab verip derler: “Biz, hak ve hakîkat olduğumuz gibi ve hem bize şehâdet eden mevcûdâtın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır.”
Hem mâdem.. daha yazacaktım, fakat Güneş gibi ma’lûm olmasından kısa kestim. İşte geçmiş misâllerde ve mâdemlerdeki maddelere kıyâsen, Cenâb-ı Hakk’ın yüz, belki bin esmâsının kâinata bakan isimlerinin herbirisi, nasılki mevcûdâttaki âyine ve cilveleriyle müsemmâsını bedâhetle isbat eder. Aynen öyle de; haşri ve dâr-ı Âhireti de gösterirler ve kat’iyyetle isbat ederler.
Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz suâlimize, o Rabbimiz bütün fermanlariyle ve nâzil ettiği bütün kitablariyle ve müsemma olduğu ekser isimleriyle bize kudsî ve kat’i cevab veriyor. Aynen öyle de: Melâikeleriyle ve onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir: