Yedinci’de, haşri çok makamattan soracaktık. Fakat Hâlıkımızın isimleri ile verdiği cevap o derece kuvvetli yakîn ve kanaat verdi ki; daha başka sorgulara ihtiyaç bırakmadığından orada kısa kestik. Şimdi bu mes’elede, âhiret îmanının, hem âhiretin saadetine, hem dünya saadetine dâir te’min ettiği fâideler ve neticelerinden yüzden biri hulâsa edilecek.
Saadet-i uhreviyeye âid kısmı, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın îzahatı daha hiç bir beyâna ihtiyaç bırakmamış. O’nu, O’na havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye âid kısmı îzah cihetini Risâle-i Nur’a bırakıp, yalnız kısa bir hulâsa ile, insanın hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimâîyesine âid yüzer neticelerinden üç-dört tanesini beyân ederiz.
Birincisi: İnsan, sâir hayvânâta muhalif olarak, hânesiyle alâkadar olduğu misillû, dünya ile alâkadardır ve akaribiyle münâsebetdar olduğu gibi, nev’-i beşer ile de ciddî ve fıtri münâsebetdardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedide bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını te’min etmeğe çalıştığı gibi; dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedârik etmeğe fıtraten mecbûrdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedi saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hatta Onuncu Söz’de işâret edildiği gibi, bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin?