Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 30
(6-173)

Hayat-ı şahsiyeye âid üçüncü bir fâidesi: İnsanın sâir zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem’iyyetli isti’dâdları ve küllî ubûdiyetleri ve geniş vücûdî dâireleri i’tibâriyledir. Halbuki o insan, hem madum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasiyle, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.

Meselâ: Eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder. Ve tam sadâkate ve ihlâsa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvîsi belki baş aşağı, akıl cihetiyle en biçâresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, âhirete îman imdâda yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan, pek geniş bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir dâire-i vücûd gösterir.

Babasını, dâr-ı saadette ve âlem-i ervahda dahi pederlik münâsebetiyle ve kardeşini, tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennet’te dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder. Ve o büyük ve geniş dâire-i hayatta ve vücûddaki münâsebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddî sadâkata ve samimî ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı ve hasletleri, o nisbette -derecesine göre- yükselmeğe başlar. İnsaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan; bütün hayvânât üstünde, kâinatın en müntehab ve bahtiyar bir misafiri ve Sâhib-i Kâinat’ın en mahbub ve makbûl bir abdi olmasıdır. Bu netice dahi Risâle-i Nur’da hüccetlerle îzahına iktifâen kısa kesildi.

Ses Yok