Risâle-i Nur’dan Dokuzuncu Şuâ’da beyân edilen o neticenin bir hulâsası şudur:
Nev’-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret îmaniyle insanca yaşayabilirler ve insaniyetin isti’dâdlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklariyle, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nâzik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir te’sir yapar ki; hayatı ve aklı, o biçâreye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda, âhiret îmanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:
“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlâhîyeye gitti; yine beni Cennet’te kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar; yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı teselliyi, ancak ve ancak âhiret îmanında bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vaveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa-i kalbî çekeceklerdi ki; dünya onlara me’yusane bir zindan ve hayat işkenceli bir azab olurdu. Fakat âhiret îmanı onlara der:
“Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek. Ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi’ ettiğiniz evlâd ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz.