Asa-yı Musa | Sekizinci Meselenin Bir Hülasası | 44
(40-54)

ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihâneti ve tahakkümü kaldıramadığım halde, sizi kasemle te’min ederim ki: Îman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve teselli ve metânet, belki mücâhidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki; ben bu risâlenin başında dediğim gibi, kendimi Medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum. Arasıra gelen hastalıklar ve ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasa idi, mükemmel ve rahat-ı kalb ile derslerime daha ziyâde çalışacaktım. Her ne ise... bu makam münâsebetiyle saded hârici girdi, kusura bakılmasın.

Hem, her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir Cenneti dahi kendi hânesidir. Eğer îman-ı âhiret o hânenin saadetinde hükmetmezse, o âile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azablar çeker. O Cenneti, Cehennem’e döner. Veyahut muvakkat eğlenceler ve sefâhetlerle aklını tenvim edip uyutur. Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor. Başını kuma sokar, tâ görünmesin. Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zevâl ve firak onu görmesin. Divânece, muvakkat, ibtal-i his nev’inden bir çâre bulur.

Çünkü, meselâ vâlide, ruhunu fedâ ettiği evlâdını dâima tehlikelere maruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâdlar, dâim bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyâsen, bu dağdağalı kararsız hayat-ı dünyeviyede o mes’ud zannedilen âile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kısacık bir hayattaki münâsebet ve karâbet dahi, hakîki sadâkatı ve samimî ihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukût eder.

Eğer âhirete îman o hâneye girse, birden ışıklandıracak, ortalarındaki münâsebet ve şefkat ve karâbet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette saadet-i ebediyede dahi o münâsebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadâkat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakîki insaniyet saadeti o hânede başlar inkişafa. Bu ma’na dahi hüccetlerle Risâle-i Nur’da beyânına binâen kısa kesildi.

Hem, herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hânedir. Eğer îman-ı âhiret o büyük âile efradında hükmetmezse;güzel ahlâkın esasları olan ihlâs,

Səs yoxdur