Asa-yı Musa | İkinci Hücceti İmaniye | 149
(143-155)

Bütün şuunâtiyle birden görmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan münezzeh olmıyan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sâhip olamaz ve müdâhale edemez.”

Sonra o müddeî gider. “Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum” der. Gider, küre-i arza (Hâşiye-1) yine esbâb nâmına ve tabiat lîsaniyle der ki: “Böyle serseri gezdiğinden, sâhibsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise, sen benim olabilirsin.” O vakit küre-i arz, hak nâmına ve hakîkat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki: “Haltetme... Ben, nasıl serseri, sâhibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki, bana sâhibsiz, serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmi beş bin senelik (Hâşiye-2) bir mesafede, bir senede gezdiğim ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o dâire-i azîmeye hakîki mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dâirelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz Güneşi îcad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana Rubûbiyyet da’va et, yoksa haydi Cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zât’tır ki; bütün mevcûdât, zerrelerden yıldızlara ve Güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti’ ve müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca Güneşi, seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlak’tır.”

--------------------------
(Hâşiye-1): Elhâsıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamraya havale eder. Küreyvât-ı hamrâ onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat enva’ından dokunan arzın gömleğine, arzın gömleği dahi küre-i arza, küre-i arz onu Güneşe, Güneş ise bütün yıldızlara havale eder. Herbiri der: “Git, benden yukarıdakini zabtedebilirsen sonra gel benim zabtıma çalış. Eğer onu mağlub etmezsen, beni ele geçiremezsin.”
Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremiyen, birtek zerreye rubûbiyyetini dinletemez.
(Hâşiye-2): Bir dâirenin takriben nısf-ı kutru, yüzseksen milyon kilometre olsa; o dâire (kendisi) takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.

Səs yoxdur