Asa-yı Musa | İkinci Hücceti İmaniye | 150
(143-155)

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, Güneşe kalbinden der ki: “Bu çok büyük bir şeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım. Yeri de müsahhar ederim.” Güneşe şirk nâmına ve şeytanlaşmış felsefe lîsaniyle, mecusilerin dedikleri gibi der ki: “Sen bir sultansın, kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.” Güneş ise: Hak nâmına ve hakîkat lîsaniyle ve hikmet-i İlâhîye diliyle ona der: “Hâşâ yüz bin def’a hâşâ ve kellâ!.. Ben müsahhar bir me’murum. Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdarım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakîki mâlik olamam. Çünkü sineğin vücûdunda öyle ma’nevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki; benim dükkânımda yok. Dâire-i iktidarımın hâricindedir.” der, müddeîyi tekdir eder.

Sonra o müddeî döner, fir’avnlaşmış felsefe lîsaniyle der ki: “Mâdem kendine mâlik ve sâhib değilsin, bir hizmetkârsın; esbâb nâmına benimsin” der. O vakit Güneş, hak ve hakîkat nâmına ve ubûdiyet lîsaniyle der ki: “Ben öyle birinin olabilirim ki; bütün emsâlim olan ulvî yıldızları îcad eden ve semavâtında kemâl-i hikmetle yerleştiren ve kemâl-i haşmetle döndüren ve kemâl-i zînetle süslendiren bir zât olabilir.”

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: “Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık, karmakarışık görünüyorlar. Belki onların içinde, müekkillerim nâmına birşey kazanırım” der. Onların içine girer. Onlara esbâb nâmına, şerikleri hesabına ve tuğyan etmiş felsefe lîsaniyle, nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki: “Sizler, pekçok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerin taht-ı hükmünde bulunuyorsunuz.” O vakit yıldızlar nâmına bir yıldız der ki: “Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki; bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti ve turra-i Ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizamat-ı âliyemizi ve kavânin-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsız zannediyorsun. Bizler öyle bir Zât’ın san’atıyız ve hizmetkârlarıyız ki, bizim denizimiz olan semavâtı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehad’dir. Bizler donanma elektrik lâmbaları gibi, O’nun kemâl-i Rubûbiyyetini gösteren nurânî şahidleriz ve saltanat-ı Rubûbiyyetini i’lân eden ışıklı bürhanlarız. Herbir tâifemiz O’nun dâire-i saltanatında ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziya veren nurânî hizmetkârlarız.

Səs yoxdur