Sözler | Onuncu Söz | 67
(48-119)

Hem, istidâd lisanıyla, ihtiyâc-ı fıtrî lisanıyla, ızdırar lisanıyla sual edilen ve istenilen herşeye daimî cevap vermek; nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.

Şimdi hiç mümkün müdür ki; böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet; insân gibi en büyük bir mahlûkun beka gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın! En büyük istimdâdını ve en büyük sualini cevapsız bıraksın? Rubûbiyyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhafaza etmekle, muhafaza etmesin! Halbuki şu fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insân, öyle bir adâletin hakîkatına mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor. Zira hakikî adâlet ister ki; şu küçücük insân, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinâyetinin büyüklüğü, mahiyyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin âzameti nisbetinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem şu fâni, geçici Dünya; ebed için halk olunan insân hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyyetten çok uzaktır… Elbette âdil olan o Zât-ı Celil-i Zülcemâl’in ve Hakîm olan o Zât-ı Cemil-i Zülcelâl’in daimî bir Cehennem’i ve ebedî bir Cennet’i bulunacaktır.

DÖRDÜNCÜ HAKÎKAT: Bâb-ı Cûd ve Cemâldir. İsm-i Cevvad ve Cemîl’in cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki; nihayetsiz cûd ve sehâvet, tükenmez servet, bitmez hazineler, misilsiz sermedî cemâl, kusursuz ebedî kemâl; bir dâr-ı saadet ve mahall-i ziyâfet içinde daimî bulunacak olan muhtaç şâkirleri, müştak âyine-dârları, mütehayyir seyircileri istemesinler! Evet, Dünya yüzünü bu kadar müzeyyen masnûâtıyla süslendirmek, Ay ile Güneşi lâmba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i ni’met ederek mat’ûmatın en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kab yapmak, her mevsimde birçok defalar tecdid etmek; hadsiz bir cûd ve sehâveti gösterir. Böyle nihayetsiz bir cûd ve sehâvet; öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimî, hem arzu edilen herşey içinde bulunur bir dâr-ı ziyâfet ve mahall-i saadet ister. Hem kat’î ister ki; o ziyâfetten telezzüz edenler, o mahall-i saadette devam etsinler, ebedî kalsınlar. Tâ zeval ve firakla elem çekmesinler. Çünki; zeval-i elem lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Öyle sehâvet, elem çektirmek istemez.

Demek, ebedî bir Cennet’i, hem, içinde ebedî muhtaçları ister. Çünki; nihayetsiz cûd ve seha, nihayetsiz ihsan etmek ister, ni’metlendirmek ister. Nihayetsiz ihsan ve ni’metlendirmek ise, nihayetsiz minnettarlık, ni’metlenmek ister. Bu ise, ihsana mazhar olan şahsın devam-ı vücûdunu ister. Tâ, daimî tena’umla o daimî in’ama karşı şükür ve minnettarlığını göstersin. Yoksa zeval ile acılaşan cüz’î bir telezzüz, kısacık bir zamanda öyle bir cûd u sehanın muktezasıyla kabil-i tevfik değildir.

Səs yoxdur