Sözler | Onuncu Söz | 68
(48-119)

Hem dahi meşher-i san’at-ı İlâhiyye olan aktâr-ı âlem sergilerine bak. Yeryüzündeki nebâtat ve hayvanatın ellerinde olan ilânat-ı Rabbâniyyeye dikkat et (Hâşiye-1) , mehâsin-i rubûbiyyetin dellâlları olan enbiya ve evliyaya kulak ver. Nasıl müttefikan Sâni’-i Zülcelâl’in kusursuz kemâlâtını, hârika san’atlarının teşhiriyle gösteriyorlar, beyân ediyorlar, enzar-ı dikkati celbediyorlar.

Demek, bu âlemin Sâniinin pek mühim ve hayret verici ve gizli kemâlâtı vardır. Bu hârika san’atlarla onları göstermek ister. Çünki; gizli, kusursuz kemâlât ise, takdir edici, istihsan edici, mâşâallah diyerek müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Daimî kemâlât ise, daimî tezâhür ister. O ise, takdir ve istihsan edicilerin devâm-ı vücûdunu ister. Bekası olmayan istihsan edicinin nazarında, kemâlâtın kıymeti sukut eder (Hâşiye-2) Hem dahi, kâinatın yüzünde serilmiş olan gayetle güzel ve san’atlı ve parlak ve süslü şu mevcûdât; ışık Güneşi bildirdiği gibi, misilsiz ma’nevî bir cemâlin mehâsinini bildirir ve nazîrsiz, hafî bir hüsnün letâifini iş’ar ediyor.(Hâşiye-3) O münezzeh hüsün, o mukaddes cemâlin cilvesinden, esmâlarda, belki her isimde çok gizli defineler bulunduğunu işaret eder. İşte şu derece âli, nazîrsiz, gizli bir cemâl ise; kendi mehâsinini bir mir’âtta görmek ve hüsnünün derecâtını ve cemâlinin mikyaslarını zîşuur ve müştak bir âyinede müşâhede etmek istediği gibi, başkalarının nazarıyla yine sevgili cemâline bakmak için, görünmek de ister.


Hâşiye-1: Evet kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta; gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musanna ve murassa bir meyve, elbette gayet san’atperver mu’cizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i san’atını zîşuura okutturan bir ilânnâmedir. İşte nebâtata hayvânâtı dahi kıyas et...

Hâşiye-2: Evet durûb-u emsaldendir ki: Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: “Tuh, ne kadar çirkindir” der. O güzelin güzelliğini nefyeder. Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla: “Ekşidir” der. Gümler gider...

Hâşiye-3: Âyine-misâl mevcûdâtın birbiri arkasında zeval ve fenalarıyla beraber, arkalarından gelenlerin üstünde ve yüzlerinde aynı hüsün ve cemâlin cilvesinin bulunması gösterir ki; cemâl onların değil… Belki o cemâller, bir Hüsn-ü Münezzeh ve bir Cemâl-i Mukaddesin âyâtı ve emârâtıdır.

Səs yoxdur