Sözler | Onuncu Söz | 72
(48-119)

Acaba bütün benî-Âdemi arkasına alıp şu Arz üstünde durup, arş-ı âzama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-i ubûdiyyetini câmi’ hakîkat-ı ubûdiyyet-i Ahmediyye (A.S.M.) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insân ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (A.S.M.) ne istiyor, dinleyelim. Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediyye istiyor. Beka istiyor. Cennet istiyor. Hem, mevcûdât âyinelerinde cemâllerini gösteren bütün Esmâ-i Kudsiyye-i İlâhiyye ile beraber istiyor. O esmâdan şefâat taleb ediyor, görüyorsun. Eğer âhiretin hesabsız esbab-ı mûcibesi, delâil-i vücûdu olmasa idi; yalnız şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîmin kudretine hafif gelen şu Cennet’in binasına sebebiyet verecekti... (Hâşiye 1)

Evet, baharımızda yer yüzünü bir mahşer eden, yüz bin haşir nümûnelerini îcad eden Kadîr-i Mutlak’a, Cennet’in îcadı nasıl ağır olabilir! Demek nasılki O’nun risâleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi,



sırrına mazhar oldu. O’nun gibi, ubûdiyyeti dahi; öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi... Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün akılları hayrette bırakan şu intizâm-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at, misilsiz Cemâl-i Rububiyyet; o duaya icabet etmemekle böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizâmsızlığı kabûl etsin! Yâni en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfa etsin, yerine getirsin. En ehemmiyetli, luzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın! Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ!.. Böyle bir Cemâl, böyle bir çirkinliği kabûl edip çirkin olamaz (Hâşiye-2) Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; Risâletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi, Ubûdiyyetiyle de Âhiretin kapısını açar...


Hâşiye 1: Evet âhirete nisbeten gayet dar bir sahife hükmünde olan rûy-i zeminde had ve hesaba gelmeyen hârika san’at nümûnelerini ve Haşir ve Kıyametin misâllerini göstermek ve üçyüz bin kitab hükmünde olan muntâzam envâ’-ı masnûatı, o tek sahifede kemâl-i intizâm ile yazıp dercetmek; elbette geniş olan âlem-i âhirette lâtif ve muntâzam Cennet’in binasından ve îcadından daha müşkildir. Evet Cennet; bahardan ne kadar yüksek ise, o derece bahar bahçelerinin hilkâti, o Cennet’ten daha müşkildir ve hayretfezâdır denilebilir.

Hâşiye 2: Evet inkılab-ı hakaik ittifaken muhaldir ve inkılab-ı hakaik içinde muhal-ender-muhal, bir zıd kendi zıddına inkılabıdır ve bu inkılab-ı ezdâd içinde bilbedâhe bin derece muhal şudur ki; zıd, kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ, nihayetsiz bir Cemâl; hakikî cemâl iken, hakikî çirkinlik olsun. İşte şu misâlimizde meşhûd ve kat’iyy-ül vücûd olan bir Cemâl-i Rububiyyet; Cemâl-i Rububiyyet mâhiyetinde daim iken, ayn-ı çirkinlik olsun. İşte, dünyada muhal ve bâtıl misâllerin en acibidir...


Səs yoxdur