Sözler | Onuncu Söz | 91
(48-119)

Mâdem şu âdi, nâkıs, fâni mümkinatta nûrâniyyet ve şeffâfîyyet ve intizâm ve imtisâl ve muvazene sırlarıyla, en büyük şey en küçük şey’e müsâvi olur. Hadsiz hesabsız şeyler birtek şeye müsâvi görünür. Elbette Kadîr-i Mutlak’ın zâtî ve nihayetsiz ve gayet kemâlde olan kudretinin nuranî tecelliyatı ve melekûtiyyet-i eşyanın şeffafiyyeti ve hikmet ve kaderin intizâmatı ve eşyanın evâmir-i tekvîniyyesine kemâl-i imtisâli ve mümkinâtın vücûd ve ademinin müsavâtından ibaret olan imkânındaki müvazenesi sırrıyla; az-çok, büyük-küçük O’na müsavi olduğu gibi, bütün insânları birtek insân gibi bir sayha ile Haşr’e getirebilir. Hem bir şeyin kuvvet ve zaafca merâtibi, o şeyin içine zıddının müdahalesidir.

Meselâ: Hararetin derecatı, soğuğun müdahalesidir. Güzelliğin merâtibi, çirkinliğin müdahalesidir. Ziyânın tabakatı, karanlığın müdahalesidir. Fakat birşey zâtî olsa, ârızî olmazsa, onun zıddı ona müdahale edemez. Çünki; cem’-i zıddeyn lâzımgelir. Bu ise, muhaldir. Demek asıl, zâtî olan bir şeyde merâtib yoktur.

Mâdem Kadîr-i Mutlak’ın kudreti zâtîdir, mümkinât gibi ârızî değildir ve kemâl-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muhaldir ki tedâhül etsin. Demek bir baharı halketmek, Zât-ı Zülcelâl’ine bir çiçek kadar ehvendir. Eğer esbaba isnad edilse; bir çiçek bir bahar kadar ağır olur. Hem, bütün insânları ihya edip haşretmek, bir nefsin ihyası gibi kolaydır.

Mes’ele-i Haşrin başından buraya kadar olan temsil sûretlerine ve hakîkatlarına dair olan beyânâtımız, Kur’an-ı Hakîm’in feyzindendir. Nefsi teslime kalbi kabûle ihzârdan ibarettir. Asıl söz ise Kur’anındır. Zîra söz O’dur ve söz O’nundur. Dinleyelim:


Səs yoxdur