Sözler | OnÜçüncü Söz | 158
(137-162)

Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir; o derecede -sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyasıyla- bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yıldızları şahid göstererek tanıttırır. Tesbihatla, takdisatla sevdirir. Perestiş ettirir.


Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki; bir satırında bir kitab ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur’aniyye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün mes’eleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve mûsannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de; bu kâinat kitab-ı kebiri ki, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî tâifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatâsız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntâzam ve bazen ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misâldeki kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise; o derecede (sizin okuduğunuz fenn-i hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle) bu kitab-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle târif eder, Elhamdülillâh senalarıyla sevdirir. İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî aynasıyla ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâl’ini Esmâsıyla bildirir; sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.

İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhân-ı vahdâniyyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân çok tekrar ile



en ziyâde âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektebli gençlere dedim.

Səs yoxdur