Sözler | YirmiBirinci Söz | 276
(269-278)

Senin başın, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. “Aman ne kusur ettim” deyip tedkikle meşgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Husûsan hassas asabilerde daha galibdir. Şeytan, şu nevi vesvesenin mâdenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedâîde, mücâveret var; temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasılki, şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücâveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalât, gelip nezih efkârın içine girse; zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyâde meşgul olsa. Hem bâzan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur. Pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

DÖRDÜNCÜ VECİH: Amelin en iyi sûretini taharriden neş’et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannıyla teşeddüd ettikçe, hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bâzan bir sünnetin araması, bir vâcibi terkettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet ye’se düşer. Şeytan şu halinden istifâde eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var:

Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i itizale lâyıktır. Çünki, onlar derler: “Medâr-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh, zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tabidir.” Bu mezhebe göre, insân her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefs-ül-emirdeki güzel sûrette yapılmış mıdır?” Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. ” Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrür eder. Şu hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir.

Səs yoxdur