Sözler | YirmiBirinci Söz | 277
(269-278)

Meselâ,sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül-emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu’tezile der: “Hakikatte kabih ve fâsîddir. Lâkin senden kabûl edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var.” Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline: Acaba sahih olmuş mu? deyip vesvese etme. Fakat, “Kabûl olmuş mu?” de. Gururlanma, ucbe girme.

İkinci merhem: Dinde harec yoktur.



Mâdem dört mezheb haktır. Mâdem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtır. Yâni böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Mâdem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-ı hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir.




esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibâdeti lâyık-ı veçhile edâ edemediğimden istiğfar ve tazarru’ ile merhamet-i İlâhiyyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabûl olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

BEŞİNCİ VECİH: Mesâil-i îmaniyyede şüphe sûretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yâni: Hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, îtikadına halel gelmiş zanneder. Hem bâzan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, îmanâ zarar veren bir şek zanneder. Hem bâzan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yâni dalaletin esbabını anlamak sûretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tedkikatını ve bîtarâfâne muhakemesini, hilâf-ı îman zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek: “Eyvah! Kalbim bozulmuş, îtikadıma halel gelmiş” der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz’-i ihtiyârîsiyle ıslah edemediğinden ye’se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalâlet dalâlet olmadığı gibi; tefekkür-ü dalâlet dahi, dâlalet değildir.

Səs yoxdur